Dışarıya çıktığımda insanları kırgın görüyorum, belki sadece bana öyle geliyor. Haberlere baktığımızda, telefona gelen bildirimleri okuduğumuzda suratımızda hep aynı ifade oluşuyor olmalı. Şaşırmadığımızın ifadesi. Tüm bu olanlara alıştırıldık. Boş gibi gelmiyor mu, bu yaşadıklarımız. Sanki kırılmışız gibi. Eskiden daha iyiydik sanki. Kim kırdı seni? Kim dokundu, kim ne söyledi, neden böylesin?
Bazen filmin sahnelerinde, kitapların cümle bitiminde, şarkıların son notasında, her düşünce ve her hayalimde, duygulu şiirin satırlarında kendimi bulur gibiyim. Acıyı tatmış, boşluğu hissetmiş, ki insan boşluğu nasıl hissedebilirse? Eksikliği nasıl özleyebilir, arzulayabilirse öyleyim. Benziyor hayatlarımız, aynı yollardan defalarca geçiyor gibisine. Karşılaşıyoruz belki, çarpışıyoruz belki de.
Uzanan sokak görünüşüne, yollardaki ayak izlerine, bulunduğun noktaya kadar izliyor musun, adımlarını atarken insan çok düşünür. Zamanın bize sunduğu kadar, elde ne varsa yaşarız bu hayatı. Yaşlandıkça sahip olduklarımızı değil, sahipken elden bıraktıklarımızı sayarız. Değerlenen gülüşler, sıcacık kalbi ürperten sarılmalarıyla birlikte ardımızda hep sevgiler bırakırız. Silinen gözyaşları, susturulan öfkeyi, kanayan yaraları, iyilik için dokunulmuş omuzları hatırlarız. İnsan yaşamı olgunlaştığında anlıyor. Yaşamış olduğu acılar artık acıtamadığında insan olgunlaşmış oluyor. Buradaki olay bedenin olgunlaşmaşı değil, ruhun olgunlaşması elbette.
Gördüğüm bu mevsim değişiklikleri, seyirci kaldığım yağmur geçişleri ve doğan güneş, ne çok şey borçluyuz yaz günlerine. Bizim yanımızda olan ve bizi her türlü destekleyen dostlara borçlu olduğumuz gibi, sevgi karşılığını aldığında yoğunlaşır. İşte o sırada nasıl ayırabilir insan kendisini sevdasından. Bir yaz gününde yaşanmış en ılık anıları unutamadığımız gibi, insan emek verdiğini unutamaz. Sevdiği kişiye, sevdiği şeylere vakit ayırdığında insan emek vermiş olur.
Bizi kıran da bu değil mi? Emeklerinin karşılığı alınmaması, boşa gitmesi, yoğunlaşmaması, sevginin kayıplara karışması, gökyüzündeki görülmeyen yıldızlar, kaçırılan günbatımı, ulaşamayan arzular, kavuşamayanlar. Bazen uyanmaktan kaçıyor gibiyim, gece olunca uyumaktan kaçar gibi. Alakasız değil mi? Yaşıyoruz ama gerçektende yaşıyor muyuz? Soruyor muyuz? Sorsakta cevabını biliyor muyuz ki?