Bir kaç gündür Sertap Erener’in Lal albümüne takıldım. Her şarkısı ayrı bir duygu, her şarkısı ayrı bir his. İnsanın içinde bir yerlerde, tanımını bile yapamadığı duygular uyandırıyor adeta. Bir albümün her şarkısı mı ezbere bilinir? İşte 90’lar dediğimiz olay tam da bu değil mi?
Şimdi ki şarkılar (albümler diyemiyorum) gelir geçer. Hemen ezberlenip, tüketilip rafa kaldırılan cinsten. Nerede o en az 10 şarkının olduğu eski, dinlemeye doyamadığımız albümler. Tam da bu sebepten, kendimizi gidip gidip sürekli 90’lar albümlerini karıştırırken buluyoruz. Sertap Erener, Levent Yüksel, Sezen Aksu ve bir çoğu…
Şimdi ise, bir anda popüler olup, herkesin diline dolanan, tekerleme gibi ve herhangi bir anlam veya his barındırmayan düz şarkılar var. Yeni nesil bunu istiyor çünkü. Hızlı, pratik, çok yormayan, akılda kalıcı, tek dinlemede ezberlemelik ve en önemlisi daha dijital bir dünya.
Tabii hepsi diye genelleme yapmamalı. Arada nadir çıkan çok hoş, duygulu şarkılar da var. Mabel Matiz’in şarkıları mesela. Çok duygulu, felsefik tanımlar barındıran hisli şarkılar. Melodilerin tınısına duygular gizlenmiş. Bu ustaca bir hareket.
Zaman her şeyi evirerek ilerliyor. Sadece müzik değil her şey dahil buna. İnsanlar, davranışları, istekleri ve hatta duyguları da. Arada bir geçmişi koklamaksa, eski duygularımızın özlemi.
Ne demiş Sertap şarkısında; Bir varmış bir yokmuş dünya masalmış, her yolcudan bu handa hoş seda kalmış, gökten üç elma düşmüş yuvarlanmış, herkes payına düşen elmayı almış… Bizler de zamanda evrilerek, handa hoş sedalar bırakmalıyız. Bırakalım ki, sonraki nesiller de dönüp dönüp sayfalarımızı karıştırabilsin.