Herkese selamlar. Bugün değinmek istediğim konu hepimizin aşına olduğu, kimi zaman yoğun hissedip maruz kaldığımız bir hal olan kaygıdır. Kaygıyı psikolojide büyük yankı uyandıran kişilerin görüşleri ile temellendirip farklı yönden ele almayı amaçlıyorum.
Kaygı; bireyin stresini artıran, tetikleyen, fizyolojik tepkilere sebep olan haldir. Yani en azından halk arasında bilinen tanımı budur. Motive eden, bir hedef doğrultusunda ilerleme isteğinizi dürtükleyen de yine kaygıdır. Üniversite sınavına hazırlanan genci çalışması için güdüleyen, “ya kazanamazsam” diye seslenen güç kaygılarıdır. Sınav esnasında bildiklerini kağıda dökmesini engelleyen “Sınavda bildiklerimin hepsini unuttum.” cümlesini duymamıza sebep olan yine kaygılarımızdır. Yani sıkıntıya sebebiyet veren, yaşam kalitemizi olumsuz yönde etkileyen kaygının varlığı değil, miktarıdır.
Freud kaygıyı tek yönden bakıp tek çeşit olarak değerlendirmememiz için gerçek kaygı, nevrotik kaygı, ahlaki kaygı olarak üç kategoriye ayırıyor. Anlamları adlarında gizli olan bu kaygı türlerini örneklerle somutlaştırmak istiyorum. “Eteğimin boyu kısalırsa ailem ne der”, “yeni tesettüre girdim arkadaşlarım nasıl karşılar” diye kaygılandığınızda ahlaki kaygılar ile baş başa bırakırsınız kendinizi. Bir fındık işçisinin dallardaki fındıklar yere dökülüp yamaçlardan patır patır düşmesi sonucu emeklerinin ziyan olması kaygısı ile sabah ezanıyla ayağa kalkıp hava kararıncaya dek fındık toplaması ise gerçek kaygıdır. “Bu işi alamazsam çevremdeki herkes beni beceriksiz ilan edecek, bir daha kimse bana güvenmeyecek, hayatım kayacak” gibi gerçeklikten çarpıtılmış düşünceler ise nevrotik kaygıdır.
Irvın Yalom ise kaygı ile ilgili görüşlerini şu şekilde dile getirir; “Bizim hayatta kalma, yaşamımızı sürdürme, varlığımıza anlam katma ihtiyacımızdan kaynaklanır.” Mühim olan kaygıyı sıfıra indirgemek değildir. Kaygıyı engelleme girişimi, sürekli güven içinde olduğumuzu düşünmek, bazı açılardan kişinin kendini aldatması ve kandırmasıdır. Kaygıyı köreltebiliriz belki ama bunun bedelini de yaşamı sınırlandırmakla ödeyebiliriz. Bu konuyla ilgili olarak May “Kaygı ve özgürlük madalyonun iki yüzü gibidir.” der. Yani birbirinden ayrılamaz. Birini yok saydığımız takdirde diğerini de kaybetmemiz anlamına gelir. Hepimizin “Aman başım ağrımasın” deyip de söylemekten caydığı, davranışa dökmekten geri durduğu anlar vardır ya bu cümle tam olarak onu ifade etmektedir. Başımı ağrıtmasın, kaygılanmayayım ama kendimi ifade etme özgürlüğümü kısıtlayayım, davranışım sonucunda başarılı olma ihtimalimi yok sayayım demektir aslında. Freud yaşadığı yüzyılda cinselliğin dile getirilmesinin bile ayıp, yanlış olarak değerlendirildiği topraklarda büyük yankı uyandıracak şekilde haykırmış ve kuramını ortaya koymuştur. Sizce Freud’un hiç kaygıları yok muydu; “Eşimi, işimi, kariyerimi, çevremi kaybedersem?” diye hiç mi düşünmedi? Düşünmüş olsa bile her şeyden daha ağır basan bir önceliği vardı ki o da inandığı görüşlerinin arkasında durup kendini ifade etme özgürlüğüydü. Yeri geldi işinden kovuldu yeri geldi şarlatan denilip alay konusu oldu ama pes etmemesinin mükafatı da yüzyıllar geçesine rağmen adının hala büyük ses getirmesi oldu. Ya da Naim Süleymanoğlu kendi kilosunun birkaç katı ağırlığının altına girerken hiç kaygılanmadı mı; “ya yapamazsam, ülkemi hakkıyla temsil edemezsem” diye düşünmedi mi? Düşünmüş olsa bile o da seçimini inandığı uğruna risk almaktan yana kullandı. Kaygılanmama uğruna kendini ifade etmekten geri dursaydı, risk almasaydı insanlar bugün ne Freud’u konuşurduk ne Naim Süleymanoğlu’nu ne de büyük hayranı olduğunuz yazarları, şairleri, sanatçıları. Demem o ki kaygılanmaktan değil; kaygılanmama uğruna özgürlüğünüzü kısıtlayıp potansiyelinizi ortaya koyamamaktan korkun, kaygınızın düzeyini iyi ayarlayamayıp mantık dışı düşüncelerle kafanızı meşgul etmekten korkun.
Feyza Ünsa