Bu dünya hiçbir zaman bize ait olmadı aslında. Hep fazla geliyorduk düzene. Belki de bu yüzdendi öfkemiz. Yakıp yıkmaktan aldığımız zevk, belli etmemeye çalışsak bile gözbebeklerimize yuva kurmuştu. Bilincimizin varlığıyla övünüp bilinçsizce saldırdık doğaya. Doğa elbet karşılık verirdi bu acımasızlığa, verdi de. Mesela şimdi bizim ayak basamadığımız sokak hep o iki araba arasına uzanan köpeğe aitti, her fırsatta yeşilini ezdiğimiz o sonsuz düzlükler ağaçların eviydi. Dünya bir resimdi ve biz her ne yaparsak yapalım eğreti duruyorduk bu resimde. Yetmedi bize iki karış huzur. Güzel olan her zaman ulaşılmaz olmalıydı, engebeli yollar aşmalıydı ona ulaşmak isteyen. Göz önünde durana çabuk alışırdı insan, bu yüzden en tepeye koyduk aslında o kadar da güzel olmayanı. Hırs bulaştı bu topraklara. Yağmur olabildiğince yağdı kurtulmak için hırsına yenik düşen insanların bulaştırdığı lekeden. Yetmedi doğanın en temiz hâli, insan kötülüğünü örtmeye. İyi olmaya çabaladık aslında, hatta başaranlar da oldu. Bu kez de toplum kabul görmedi onları. Sindiremedik saf iyiliği. Karşısına nefret çıkardık yüreği tertemiz gelen iyiliğin. Yalnızca savaşırken bir araya gelebilirdik, gücümüzü öfkeden aldık çünkü. Gözlerimizi kör ettik, duymadık atılan çığlıkları, kocaman bir yaraya döndü yaşadığımız gezegen; kapattık kapımızı kaçacak yerimiz olabilecekmiş gibi hayattan. Esirdik bu yere, pes eden olmasın diye haram kılınmıştı intihar. Oysa şimdilerle ne çok insan düştü, ellerimizle yaptığımız binaların çatılarından. Yok etmek de bizim elimizdeydi tıpkı var etmenin olduğu gibi. Ellerimiz tutabilirdi gideni, iki söze inanacak kadar zora düşmüştü vazgeçenler. Yaşamı sürdürebilecek kadar güçlüydük zamanında. Sonra herkes yavaş yavaş sırtını döndü yangın yerine. Dışarıya nedeni bilinmeyen savaşlar hâkimdi, içeriden umutsuz gözlerle izledi onları aciz hissedenler. Işıkları söndürdük varlığımız belli olmasın diye. Yüzeysel nefeslerle avunduk karanlık odalarda. Nasıl sevileceğini unuttuk, neye gülüneceğini. Ağlamak istedik, gözyaşlarımız bozar diye korktuk dik duran insan kimliğimizi. Basit yaşasaydık, öylesine, bunca zorluğa kafa tutmak zorunda kalmayacaktık aslında. Değerinden eksilmeseydi dünya gözümüzde, hâlâ onu güzel günlere götürecek hevesimiz olurdu. Kaybettik umudumuzu yeri göğü griye boyayan dumanların içinde. Geride bıraktığımız yaşantılar yıkıldı büyük bir gürültüyle, dönüp enkazın altından kurtarmadık düşlerimizi. Keşke dememek için uğraş verseydik önceleri, koca koca pişmanlıklara yer olmayacaktı içimiz. Dev bir pişmanlığa dönüştük böylece. Hatalarından ders alamayacak kadar geç kalmıştı herkes. Muhtemel sonu bilerek attık her adımımızı, yolun yanlış olduğunu bağırıyordu üzerinden geçtiğimiz asfaltlar. Sağır edici bir hengamenin ortasındaydık, kaybolduk yürüdükçe. Aydınlıktan uzaklaştık, ezberlemediğimiz düşüşlere yuva olan karanlığa doğrulttuk bakışlarımızı. Ve bu yürüyüş dünyadan izimiz silinene kadar devam edecek.
Çokça bilinen bir filmde de söylendiği gibi “Dünya insansız başladı ve de onsuz bitecek.”