İnsanlar birçok kesime ayrılıyor aslında; çoğu şeyin farkında olanlar, çoğu şeyin farkında olduğunu zannedenler, çoğu şeyin farkında olmayanlar.
Çoğu şeyin farkında olan insanlar; genelde susup izlemeyi ve dinlemeyi tercih edenlerdir. İyi hissettirir farkında olup da aciz gözlerle yalanları dinlemek. Çünkü doğrusunu bildiğin yalanları dinliyor olmak seni yüceltir, güçlendirir. Sahte ilişkileri ayırt edebilirler ve bu yüzden kimse samimi gelmemeye başlar, yalnızlığı tercih ederler.
Çoğu şeyin farkında olduğunu zanneden çok bilmişler; genellikle boş beyinli kişidir bunlar. Ben merkezli konuşup, davrananlardır. Bütün her şeye hükmetmek, bütün her şeyi kendinlerinin bildiğini zanneden boş kafalı bilgisizlerdir. Öğrenmeye yatkınlıkları yoktur, “ ben zaten biliyorum ne anlatıyorsun ? “ gibi tepkiler verenlerdir. Ve insanı en çok yoran tipler desek yeterli olacak sanırım.
Çoğu şeyin farkında olmayan kişiler; genellikle herkesi ama herkesi kendileri gibi zannedenlerdir. Bunun nedeni ise; kendilerini tam olarak tanımadıklarından dolayı kaynaklanır. Kendisini bilmeyen insan, kendisine iyi olmadan, başkalarına iyi olmaya çalışanlardır. Kendilerinin ne sevdikleriyle, ne hissettikleriyle uğraşan değilde hayatlarındaki insanların ne sevdikleriyle, ne hissettikleriyle uğraşan, çabalayanlardır. Gözü kördür bu tarz kişilerin. Yanlışı, yalanı, ihaneti ayırt edecek gözleri ve hisleri yoktur. Sebebini başta da söylediğim gibi, “kendilerinden başka gidecek yerlerinin olmadığı düşüncesine henüz varamadıkları içindir.”
Nedense anlam veremiyorum insan ilişkilerine. Anlam veremediğim o kadar fazla şey varki, neden hâlâ ısrarla anlam vermeye çalıştığımı da anlamıyorum. Sanki anlamsız olan çoğu şeyin, bir anlam taşıması gerekiyormuşcasına inatla anlam aramaya çalışıyor ve yoruluyorum. Hayatın önümüze iyi-kötü, anlamlı-anlamsız şeyler sunacağını hiçbir zaman bilmiyor olmak yoruyor belkide bizleri. Karşı gelemiyoruz bize sunacağı şeylere, sadece savaşmak zorunda kalıyoruz. O savaşta kazanmak için gücümüz, isteğimiz, hevesimiz var mı ? Sormadan, herkes gibi hayatında umrunda olmadan “ ya dişlim ol yaşa, yada git bir köşede geber “ dercesine vuruyor yüzümüze gerçekleri. Koyuyor önümüze yığınla savaşları. Halbuki bu kadar zor olmak zorunda mı hayatın bize sunduğu gerçekler ? Yada bu kadar zor olmak zorunda mı insanların iç dünyalarındaki savaşları ?
Dünyayı,insanları anlamaya çalışarak hayatımızın sonunda buluyoruz kendimizi. Ne saçma değil mi ? Ne için, ne amaçla yaşadığını anlamadan ölümle baş başa kalmak ? Bunlara birde insanların saçma fikirleri, kendi hayatlarımızı değiştirecek derecede olan yorumları, önyargıları, duygusuz davranışlarını da eklersek;
Evet, dünya iyi kalpliler için bir cehennemdir.