Bir sinema salonu düşünün.Bu bizim iç dünyamız.Biletimizde yazan numaralı koltuğa oturuyoruz.Yani bize verilen hayatı yaşamaya başlıyoruz.Salonda dolu koltuklar da var boş koltuklar da.İç dünyamıza girmiş ve henüz girmemiş insanlar gibi.Salonun kapısından içeri kimler girecek önceden bilemiyoruz.Hayatımıza giren insanlar gibi.
Film başlamadan önce ışıklar açıkken salondaki diğer insanları incelemeye başlıyoruz.Çünkü o an uğraşabileceğimiz başka bir şey yok.Tıpkı bu günlerde yaptığımız gibi.Zihnimiz açık.Sadece iç dünyamıza aldığımız insanları,yaşanmışlıkları düşünüp sürekli kaseti başa sarıp duruyoruz.Çünkü yerlerine koyabileceğimiz hiç bir şey olmuyor.Ne onlar salondan ayrılıyor ne de biz.Evimizde işimizi,okulumuzu,iç dünyamızı idare ettiğimiz için yeni düşünce yağmurları yaşayamıyor,salondaki boş koltukları dolduramıyoruz.Koltukta öylece oturuyor sadece filmin başlamasını bekliyoruz.
Film başladığı zaman ışıklar kapanıyor ve insanları incelemeyi bırakıp dikkatle filmi izlemeye başlıyoruz.İç dünyamız bir bellek gibi her şeyi kaydederken hayatımızı devam ettirmemiz gibi.Derslere giriyor,işe gidiyor,görevlerimizi ve sorumluluklarımızı yapıyoruz.Karanlık,iç dünyamızı görmemizi engelliyor ve düşüncelerden bir an da olsa uzaklaşabiliyoruz.
Film sırasında salona başka insanlar da giriyor.Kimi filme erken yetişiyor kimi ise filmin ancak sonuna denk gelebiliyor.Ama her biri filmden bir kesit izleyebiliyor.Hayatımıza farklı dönemlerde katılan insanlar gibi.Bizden bir parçaya elbet tanık oluyorlar.Asıl üzücü olan ne biliyor musun?Filmin/hayatımızın sadece sonunu görebilenler..