Boynu hafif sağa eğik, ayakları kapıya bakıyordu. Kollarını masaya koymuş, elleriyle önünde ki kül tablasıyla oynuyordu. Kaşlarını hafif yukarı kaldırmış şaşırmak ve tedirgin olmak arasında bir duruş sergiliyordu. Bu oturuşun karşısında onu nasıl okuyacağını henüz çözememişti. Çünkü biliyordu ki bukelemunlar algıyı arttırabilmek için kafasını sağa veya sola yatırırlardı ama aynı zamanda ayakları kapıya doğru dönmüştü, bu da onun uzaklaşmak istediğini gösteriyordu. Yalan söylemek için hazırlanıyor ya da gerçekten söylenenleri çok iyi anlıyor ve tehdit olarak algılıyordu. Kendisini de korumak için kül tablasını önüne bariyer olarak koyuyordu.
Kadın yıllarını vermiş olduğu yol arkadaşının kendisine işlemiş olduğu büyük haksızlıkları daha fazla çekmek istemediğini farketti. Ona ne kadar çok yaşattığını, ondan artık nefret ettiğini, onu sevdiği için pişman olduğunu ve bunca şeye rağmen onunla hala medeni şekilde konuştuğu için çok şanslı olduğunu söyledi ve ekledi:
“Başkası olsa çoktan yüzüne bakmadan seni hayatından çıkarmıştı.”
İçindekileri iyice döktükten sonra konuşmasına izin verdiğini belli ederek arkasına yaslandı ve ellerini birbirine bağladı. Artık vücut dilini okuması için bir sebep kalmamıştı çünkü herşeyi söylemişti içinden geçen. Sıra ondaydı ve bunca vicdan azabından nasıl kurtulmaya çalışacağını merak ediyordu.
Bir an için etrafın sessizleştiğini farketti. Kendisi için söylenecek söz kalmaması etrafı değersizleştirmiş, ne yaşandığı önemsiz bir hale gelmişti. Ama aldığı tepki beklediği gibi değildi. Karşısında sanki onu hiç dinlememiş birisi vardı, masaya doğru eğilip sigara yakışını izledi ve şu sözleri duydu:
“Özür dilerim, ama vicdan azabı çekmiyorum. Yaptıklarımı telafi etmek için mücadele vermeye razıyım ama bunun yolu yok demek için benimle konuşmak istedin. Sanırım başkası olsaydı bunların üstüne çok düşünmez, umursamaz ve giderdi. Tıpkı senin yapmak için geldiğin sebep gibi, tek farkı sen bu durum içerisinde sadece acımı görmeye geldin. Bu seni benden daha kötü biri yapar, bu yüzden o başkası ben olmalıyım.İstediğin zaman ulaşabileceğini biliyorsun…”
Masada tek başına tüm siniri ve şaşkınlığıyla kala kaldı. İçinden kalkıp gitmek ve arkasından yetişmek geçiyordu ama diyeceği tek bir kelime bile aklına gelmiyordu. Evine gitti ve olanları düşünüp sindirmek için kendisine zaman tanıdı. Aklına takılan en önemli soruyu çözmesi gerekiyordu.
Neden bu kadar haklı olduğu halde vicdan azabı çektiğini?
Uzun bir bekleyiş ve aç karnına neredeyse bir paket sigaranın ardından cevabı en aptalca yolda buldu. Onu aramaya karar verdi.
Telefon çaldı ve tek seferde açıldı. Kadın kendini yeterince hazırlamıştı ve sadece: “Anlamıyorum” dedi. “Nasıl böyle cevapsız ve yarım bırakabildin beni?”
Aldığı cevap ise hayatını özetler nitelikteydi:
“Tüm bu gereksiz konuşmaları, yalan duyguları, alışılmış fikirleri ve tepkileri bir kenara bırakırsak ben senden ibaretim. Çektiğin pişmanlıklar ve üzüntüleri beraber yaşadık. Bana olan kızgınlığın kendinden geliyor. Benim sana yaptıklarım artık bize daha fazla zarar vermemen için. Dün bileklerini kestin çünkü biz böyle istedik. Beraber doğduk ve beraber öleceğiz. Diğerleri öğrenmeden bunu bitirmeliyiz. Şimdi lütfen telefonu kapat çünkü zaten aynanın içinden sana seslenen benim.”