Saat 11:00… Bir tren daha kalktı gidiyor…
Bu bekleyiş doğru değil hadi dön yurduna… Yabancı çehreler daha fazla bakıp sorgulamasın seni sessiz sessiz… Kimsesiz mi bu kadın? Neden bekliyor? demesinler daha fazla … Ayıplanmayı biliyorsun değil mi ? Sinsi sinsi siner içine. Zift lekesi gibi kalır orda, derinlerde…
Acıktım, üşüyorum…
Bekle bekle, gelecek o kişi sarıp sarmalayacak ısıtacak sonra karnını doyuracak … Ayakların yürümekten yara bere içinde. Tanınmayacak haldesin… Günlerdir uyku uyuduğun yok… Dön artık yurduna. Sahipsizliğin sahibisin sen…
Çirkinliğimin güzelliğini keşfettim, çok gezdim çok gördüm… Sessiz istasyonlar benim evim oldu. Dolup giden trenler el salladı bana… Çoğu kişinin bir veda edeni vardı , ya da bekleyeni … Trenlerden el sallayanları kendime sanıp sevindiğim çok oldu… Beni özleyeceklerini düşünüp üzüldüm hatta ağladım bile… Benim gibilerin gizli bir evi vardır. İçi yaralılarla tıka basa doludur. Kimse sorgulanmaz ama sözleri önem arzeder… Bu evde duygular hep en güzel masada ağırlanır…
Yıllardır seni dinlemekten o kadar sıkıldım ki… Kendi tekrarlarında boğulmaktan kıyıyı göremez oldun. Seni bir tek duyan benim…
Sessiz ol biri geliyor… Bana doğru geliyor.
-Kayıpsın sen de benim gibi değil mi ? dedi.
Bakabildim sadece, sesim çıkmadı. Sahi benim sesim nasıldı ki? Saçlarımı önümden çekti. Kulaklarımın arkasına yerleştirdi. Rüzgar öyle bir esmeye başladı ki istasyon sessizdi. Gelen giden yoktu. Ve kısık bir sesle HOŞGELDİN EVİME diyebildim…
Gülümseyerek ayağa kalktı ve etrafında döne döne anlatmaya başladı …
– Ben mi daha yalnızım yoksa güneş mi?
Ellerim cebimde yürüdüğüm bu gece karanlığında turuncu ışıklarla süslenmiş bu ıslak cadde benim için mi? Botumun ucunu hızlıca sürtüp yere havanlandırdığım bu su buraya gelene kadar kaç buluta merhaba dedi? Ben mi daha yorgunum yoksa bu damlalar mı?
Ellerim üşüyor soğuktan mı yoksa yalnızlıktan mı? Deniz bu kayalara ne kadar daha bu hırsla vurabilir ki bu kayalar ne kadar daha bu hırsa dayanabilir. Sen neden saatlerdir istasyona kitlenmiş bakıyorsun? Gözlerinde ki boya akmış gibi sanki. Kolay değil kalbinin kırıklarını deriyi yırtmadan içinden çekip almak. Kolay değil beynindeki kargaşadan yara almadan kurtulmak. Ben bilirim…
Gözlerimi istasyondan uzaklaştırıp bana sorular soran bu adama baktım… Tanıdık gelen şeyler vardı . Yüzü, hatta gözleri ve o çizgileri… Tanıyordum seni ama nereden nereden ?
– Ben bilirim. Yaralarımın kabuklarını söküp bu benliğimin özgürlüğüne hapsettiğimden beri. Göz yaşlarımı biriktirip göğsümdeki kanı sildiğimden beri bilirim. Yalnızlıktan kaçamam kalabalığa hapsolmaktan korkarım. Sessizliğin çığlıklarını boğmaya çalıştığımdan beri aynada gördüğüm adamdan kaçmaya çalıştığımdan beri, iyi ve kötü kelimesini 2 kağıda yazıp kura çektiğim günden beri bilirim. Artık acı hissetmemenin acısını. İçin kan ağlıyorken gülmeyi mutluymuş gibi bakmayı bilirim.
Yanıma oturdu… Önüne bakıyordu… Sakin bir hali vardı ama nefes nefese kalmış gibiydi… Ellerini birbirine kavuşturdu anlatmaya devam etti…
– En hakiki dostum bu banktır benim. Uçurumun kenarında denizin tam üstünde sonsuzluğa uzandığı hissini verir ufkun çizgisini en berrak haliyle gözlerimin önüne serer. Bana ihanet etmeyen tek dostum bu banktır benim. Sırlarımı kimseye dökmez sadece dinler… Sessizliği beni yorunca evimin yolunu tutarım. Beni yalnızlığımın hakikatine ulaştıran 1477 adım. Yalnızlığımı yüzüme vuran adımlarım. Ceketimin soğukluğuna, kapşonumun ıslaklığına gülen, insanların anılarını, ses tonlarındaki manayı, gülüşmelerini kulaklarıma tepiştiren adımlarım.
Ben görürüm. Bu yollarda alınmış darbeler sıkılmış kurşunlar dökülmüş gözyaşları görürüm. Arkasını dönmüş koşar adımlarla çekip giden bir kadın yumruklarını sıkmış, boynundaki damarları belirginleşmiş çaresiz bir adam görürüm. Onların yanından geçer giderim duyarsızca doksanıncı adımımı atarken ayaklarım. Boşvermiş insanlar görürüm adımlarını umarsızca yollara savuran sürekli gök yüzüne bakan nereye gittiğinin bir önemi olmayan insanlar görürüm.Kahkahaları dudaklarına sığmayan birbirine omuz vurarak yürüyen insanlar görürüm. Her dakikasını önemseyen hayatın telaşesine kendini kaptırmış gözünü hırs bürümüş insanlar görürüm. Bu dar sokaklardan sıyrılıp evimin bulunduğu caddeye girer ayaklarım…
Sustu. Bana bakarak gel benimle 1477 adımı benimle birlikte at. Köşeyi döndüğüm o cadde sana da ev olur dedi… Korktum, ne dinlemiştim ben böyle… Bu soğukta kalbi cayır cayır yanan bir adamı mı? Sinirlendim sana demek istiyorum. O kadar kalabalık gördüm ki bu hayatta tek yalnız benim zannediyordum . Yalnızlık paylaşılır mı ? Nerden bileyim ben. Yüzüme bireyler söylüyordu ama duymuyordum… Panik halim geçmemişti… Arkasını döndüğünü gördüm ilerlemeye başladı ve yine o kalabalık gelmişti. Aralarına karıştı ve trene bindi…
Gitmişti…
Yanımda bir kayıt parçası vardı…
“1477 adım” yazıyordu… Ayağa kalktım ve sendeleyerek doğruldum… Dönen başıma inat dik durmaya çalıştım. Saymaya başladım..
1.adım, 2.adım, 3.adım…..
– Erkeği seslendiren diğer yarım nişanlıma sevgilerimle… Kalemimiz ve duygularımız hiç kurumasın… Sevdikçe yazacak, yazdıkça seveceğiz….
İç ses ve kadın: Ceren Yılmaz
Erkek: Batuhan Karakaş