Kavram
Düşünmek insanı diğer canlılardan ayırt eden en büyük özelliği. Düşünmenin oluşması ise kavramlara bağlı. Yani düşünce dil ile gerçekleşir. Felsefeciler ve dilbilimciler yüzyıllardır bu konuyu tartışmaktalar. Bir İngiliz kendi kavramlarını kullanarak kendi düşünce sistemini kurar. İngiliz edebiyatı, İngiliz sanatı hatta İngiliz mimarisi bu İngilizcenin ürünleri. Aynı şekilde Türk edebiyatı, sanatı, mimarisi hatta toplumsal yaşamı Türkçe çevresinde ve ölçeğinde gelişti.
Kavramlar düşünmeyi, düşünme de var olanı değiştirme veya geliştirmeyi sağlar. En sonunda düşüncelerimiz eyleme dönüşür. Osmanlı mimarisine bakalım. Osmanlı klasik mimarisinin Lale Devrine ve hemen ardından Barok Dönemine geçişle birlikte yaşadığı değişim ortada. Bu değişimin temel nedeni düşünce yapısının farklılaşması ile açıklanabilir. Örneğin; Osmanlı’nın Avrupa ile yakın ilişkiler kurması Barok üslubu mimariyi de beraberinde getirdi. Bunların örneklerini çoğaltmak mümkün. Dönemsel her değişim düşüncenin değişimi ile başlar. Ama asıl önemli olan o düşünceleri var eden kavramların varlığı, yokluğu, ihracı veya ithalidir.
Eğer bir kavrama sahip değilseniz, o sizin için yoktur ve ithal etmek durumunda kalırsınız. Ya Türkçesi ile ikame etmeli ya da Türkçeleştirerek edinmelisiniz. İthal kavramlar mutlaka Türkçeleşmeli. Lakin TDK’nın yaptığı bazı beceriksiz Türkçeleştirmelerle değil. “Diyalektik” yerine “Eytişim”, “Voleybol” yerine “Uçan Top”, “Tabildot” yerine “Seçmesiz Yemek”, “Navigasyon” yerine “Yol Bul” diye yapılan Türkçeleştirmeler hem komik hem de vahim bir durum. Türkçe bu denli kısır bir dil değildir. Hele ki “testere ile kesilmiş” kavramların dili hiç değil. Aksine, Türkçe yeni kelimeler üretme konusunda oldukça verimli bir dil. Lakin bu verimli dil, “hemhal olmak” yerine “empati” kavramını kullanarak; “hürriyet” yerine “özü-gür” (özgür) kavramını kullanarak kuraklaştırıldı. Kendi kavramlarımız yerine ithal kavramlar kullandık. Yine kendi kavramlarımızı beğenmeyerek uyduruk kavramlar ikame ettik. Tarihsel bağlar koptu.
Bakınız bugün dünyaya yayılmış İngiliz emperyal dili, kendi öz dilinde terim üretmekte zorlanır. Özellikle bilimsel kavramların üretiminde eski Yunanca veya Latinceden faydalanmak zorunda kalır. Türkçe böyle değildir. Yeri gelmişken “evrensel dil” diye bir şey olamaz. Çünkü bir Çinli dünyayı Çince kavramlar üzerinden yorumlar. Bir Uruguaylı’nın, Koreli’nin, Rus’un, Arab’ın, Alman’ın da aynı şekilde kendi dilleri merkezinde olan biteni tanımlama imkanı vardır. Evrensel dil olmasa da evrensel cümleler kurulabilir. İşin sırrı da buradadır.