.Yaşam içinde kırgınlıkları, mutlukları, acıları, tebessümleri, gözyaşlarını, umutları, deneyimleri, dertleri, yaraları… barındıran bir kitap. Yaşamak ise kitaba eklenen yeni bir cümle. Ve ezanla başlar bismillahla devam eder sela ile biter cümlemiz.
Edebi bir girişle başladığım bu yazının konusu kitabın anlamı. Başlamadan önce şunu söylemeliyim ki : Yaşamı bir kitaba benzetiyorum. Yaşadıklarımız, yaşattıklarımız, amellerimiz kitabın konusuna şekil verecektir. Çevresini kötülüklerle, zülmlerle kuşatan bir insanın kitabını bu konular oluşturacak ve gelecek nesillere kötü örnek olacaktır. Eğer bir kişi konuyu iyilikler, salih ameller çerçevesinde oluşturursa insanlığı kurtarabilecek bir nesil yetiştirecektir. Şimdi asıl konumuza dönelim. Kitabın anlamı. Yüzyıllar boyunca felsefeciler, usta yazarlar bu soru hakkında düşündü ve teori geliştirdi. Usta yazar Lev Nikolayeviç Tolstoy ‘a değinecek olursak hayatın anlamı kitabında şu sözleri söylüyor :
“Yaşamak Allah’ ın emrini yerine getirmek için çalışmaktır. Gerçek zevki burada aramak lazım.”
” Budalaca hareketleri bırak da akıllıca yaşa.” ( Bu çağdaki insanların lügatinde yaşam kavramını açıklamak için yeterli bir söz. Zarar verilen her hayvana, güçlü olması (!) ile övünen insanlara, Gazze de babanın kucağında taşıdığı soğuk bedenlere, yaratıcılığı öldüren eğitim sistemine baktığınızda… bunu net bir şekilde görebilirsiniz.)
“Hayatın Allah’a kul olmak için verilmediğini bilen insanlar hayatlarını dünyaperest bir anlayışa göre yaşıyor.”
Ne kadar haklı usta yazar. Yaşıyoruz ama nasıl? Gözyaşı mı bırakıyoruz çocuklara tebessüm mü? Ölçülü sevebiliyor muyuz dünyayı? Sözlerimiz bir bıçak yaralıyor mu insanları? Yolumuz Allah’a çıkıyor mu yoksa sebepsizce mi atıyoruz adımlarımızı? Yarım mı bırakıyoruz cümleleri? Yaşarken ölüm gelmeden yaşamayı becerebiliyor muyuz? Susabiliyor mu kelimelerimiz gerektiği yerde? Zülüm gören, bomblanan şehirlerin sessizliğine ses yarasına merhem olabiliyor muyuz? Ölümün nefesini hissedebiliyor muyuz? Umut dolu mu göğe bakan gözler? Terazimizde ahiret mi daha ağır geliyor dünya mı? Dertlere karşı sabır kalkanını kuşanabiliyor muyuz? İmanımız mum ateşi gibi mi? Ve kalabalığın içinde kitabın anlamını bulabiliyor muyuz?
Bu soruların cevabını ararken ömür kayıp gidiyor zamandan. İnsan arkasını dönüp baktığında sorular anlamını yitirmiş oluyor. Çünkü ömür dala ait sonbahar yaprağı. Vakit geldiğinde düşecek dalından. Ve bu süre yaprakların sararışı yağmur damlasının yere düşüşü kadar kısa. Kısacık ömrü içinde kendi anlamını bulmalı insan. Ona ait sözcükler oluşturmalı kitabın anlamını. Bu anlamın içinde insan sevmeli dünyayı, yaşamı ölçülü bir şekilde, adımlar Allah’a doğru atılmalı, yaşamak için kurallı cümleler kurmalı, imanını karanlığın içinde fener olarak kullanmalı ; zülme, uyuyan insanlığa, kuyunun içindeki dünyaya rağmen umut dolu bakmalı göğe. Yaşamak için anlamı olmalı insanın… Yaşamak için yaşatmalı…
Albert Einstein ise şu şekilde cevaplıyor soruyu:
“Göreliliğin anlamı büyük ölçüde yanlış anlaşılmıştır. Filozoflar bu kelime ile, bir çocuğun oyuncağıyla oynadığı gibi oynuyorlar. Bana göre görelilik yalnızca, kesin ve sürekli olarak görülen bazı fiziksel ve mekanik olguların, fizik ve mekanik alanındaki diğer olgulara göre, yani göreli olmasıdır. Bu, yaşamın içindeki her şey görelidir ve biz bu dünyayı haylazca ters yüz edecek hakka sahibiz demek değildir. ”
Görelilik asıl konumuz değil. Asıl konumuz son sözlerin altında yatıyor. Biz bu dünyayı haylazca ters yüz edecek hakka sahibiz demek değildir. Şu şekilde açıklayayım : Yaşarken ömrümüzü tüketiyoruz bu insanlar tarafından kabul edilmesede geçerli bir kural. Kuralı çiğneyen dünyayı öldürmemiz. Evet dünya vakti geldiğinde yok olacak. Ama insanlar doğayı kirletikçe, canlıların yaşam alanını yok ettikçe bu süre geriye çekiliyor. Unutmayın ki attılan her çöp, söndürülmeyen her ateş evreni yok etmek için bir neden.
Ve biz bu dünyayı haylazca ters yüz edecek hakka sahibiz demek değildir. Bu devre karşı söylenebilecek en haklı söz. Çünkü bu devir zülmun arttığı, insanlığın koybalduğu, Müslüman olduğu için binlerce şehrin bombaladığı, hayvanların katledildiği, insanın acımasızca evreni tükettiği bir devirdir. Bu devir sıradan insanın en parlak zamanı, duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. ( Dostoyevski)
Son olarak Aristo etik değerlerin insanı iyiye yönlendirdiğini söylüyor. Buna göre Aristo hayatın anlamı iyi olmak olarak yorumluyor. Haklı olduğu kadar eksik bir yorum. İyi olmak özümüzde olmalı ama hayatın anlamı bu kadar kısa değil. Her insan hayatında anlamı kendisi bulur. Bu anlamın içinde Allah olan, canlı ve cansız varlıklara sevgiyle yaklaşan, kötü duyguların esiri olmayan ahlaki erdemleri yüksek olan bir kalp fayda veren yaşam en doğru anlamdır.
Bir şiir miktarı kadar huzurla kalın
Devrik cümlelerin çağında kendi anlamını bulabilmeli insan…