Bir saray hayal edin ve 81 tane penceresi var. Her pencerenin kendine göre bir büyüklüğü ve küçüklüğü var. Pencere ne kadar büyükse doğadan o derece faylalanacaksin. Eğer pencere büyükse havayı , güneş ışığını , rüzgarı, aydınlığı daha fazla içeriye alabilirsin tam tersi ne kadar küçükce o imkanlardan daha kısıtlı faydalanılacak.
İşte burada pencere ile şehirler arasında bir benzetme yapmak istiyorum. Öncelikle yaşadığım şehrin yaşam özelliklerini belirtmek isterim . Şehrin %60 ‘a yakın kısmı Fabrikada çalışıyor geri kalan kısmı memur , esnaf v.s yani şehir ayda ortalama 2.500 civarında bir para ile geçimini sürdürüyor. Dolayısıyla penceresi küçük olacak. İmkanlar kısıtlı hareketlilik çok az , İstanbul’a baktığımızda tüm imkanlar senin hizmetine sunulmuş eğer sen almasını bilirsen… bundan dolayı penceresi büyük oluyor. Şu eleştride yapılabilir penceren ne kadar küçük olursa olsun sen bu durumu kabullenip duruyorsan ne kadar penceren büyük olursa olsun sana fayda vermez. Nitekim son 100 yıl içerisinde şehrimizde şairler yetişti, yetismeden kasıt burada doğması ve düşünce temellerini buradaki kara lisede atmaları , daha sonra nasıl bugünkü bildiğimiz yetkinliğe geldiler , diğer şehirler ve insanlarla istişare yaparak kendi yeteneğinin üstüne eklediler , insan yaşamadan , görmeden , hissetmeden , karşılaştırmadan ne yazabilir ne de bir fikir ortaya atabilir.o yüzden diyorum ki pencereni genişlet eğer şehrini kalkındırmak istiyorsan ilk önce senin kalkınma yapman lazım nasıl olacak görerek , okuyarak , hissederek …