Hepimizin ekonomik olarak ciddi anlamda sıkıntılar yaşadığı bir dönemden geçiyoruz. Kapitalizmin yarattığı üst tabaka evlerinde yeni eğlenceler ve uğraşlarla vaktini geçirirken orta ve alt sınıf adeta bir survivor mücadelesinde ayakta kalma savaşı veriyor. Ekonomi biliminin temel öğretisini (kıt kaynaklar sınırsız istekler) hepimiz o kadar içselleştirmişiz ki paylaşılabilen bir dünyayı bir ütopya olarak görüyoruz.
Kimileri çıkışı dini öğretilere sarılmaktan ibaret olarak görüp kendilerini kaderci bir anlayışın kucağına bırakıyor. Kimileri geçerliliğini yitirmiş siyasal rejimlerin dünyayı değiştireceğine inanıp bu anlamda partizanlığa bürünüyor. Kimileri salt sevginin dünyayı ve insanlığı iyileştirebileceğine inanıyor. Kimileri ise her kaos yeni bir düzen yaratır anlayışıyla anarşizmin doğal seleksiyonunu savunuyor. Bunlardan hangisi ne kadar etkili olur bilemiyorum. Tek bildiğim şey insan özünde iyi ve kötüdür. Aynı zamanda hem iyi hem kötüdür ve hangisi gibi davranacağını ortam ve koşullar belirler. İnsan doğası gereği bencildir.
Hayatın en başında olan çocuklardan örnek verebiliriz. Ego yapısı tam gelişmemiş çocuk oyuncağıyla bir bağ kurar ve elinden aldığımız zaman bize tepkisini gösterir. Çünkü o ona aittir ve paylaşmak istemez. Büyüdüğümüzde ise işler pek de farklı değildir. Bize ait olanlar resmi belgelerle desteklenir. Sonrasında ise mal paylaşım kavgaları, cinayet, psikolojik ve fiziksel şiddet. İnsanların sahip oldukları onlar için bir oyuncaktır ve kimse oyuncağının elinden alınmasını istemez.
Bu konunun başlıkla ne ilgisi var? diyeceksiniz. Bahsedeyim. Gün içerisinde yaşadığımız olaylar bizim yaşam konforumuzu belirler. Her sağlıklı insanın uykusu da sağlıklı ve düzenlidir. Uyku süresi ve kalitesi psikolojik durumumuzdan belirli doneler verir. Her neyse başlıkta bahsettiğim biyolojik uyku değil. İçimizde uyuyan ve uyandırılmayı bekleyenler ile dış dünyada bizi gerçeklikten uzaklaştıran, aklı ve mantığı saf dışı bırakarak uyumamıza neden olan algı yönetimidir.
İnsana acı veren bu çağ ekonomik vaadlerle, etkisiz göstermelik önlemlerle, hastalıklı zihin yapılarıyla maalesef hiç kapanmayacak gibi duruyor. Eğlence sektörü ve politik oyunlarla uyutulan insanın uyanışı gecikecek ve tatlı rüyalar kabusa dönüşecektir. Bencilliğin ve egoizmin tavan yaptığı bu dönemde siyasal ve ekonomik ninniler alt gelir grubunu önce uyutup sonra bitkisel yaşama dönüştürecek daha sonra da içinden çıkılamaz bir koma haline getirecektir. Nietzche’nin üstinsanı artık uyurgezer insana dönüşmüştür. Paranın verdiği güç ile tanrılaşanlar, soyut elle tutulur bir kanıtı olmayan spritüel alemde yaşayanlar, İnanç ile hüküm verenler, robot haline gelmiş ve tüm enerjisini üretim-tüketim denklemine adamışlar, araştırma ve sorgulama boyutunda oldukça tembel yeniliğe kapalı gelenekçiler, bilimi hayatına bir nevi kullanma kılavuzu edinenler, nihilistler, materyalistler… liste oldukça kalabalık değil mi? Bu listedeki her bireyin doğru ve iyi tanımı oldukça farklı ve çatışma kaçınılmaz. Rüya arası evreler ve gerçeklik halüsinasyonları değişkenlik gösteriyor.
Peki uyanışımız nasıl olacak? Dini öğretilerin bahsettiği bir kurtarıcı mı gelip uyandıracak bizi? Yoksa kurtarıcı ve yok edici aynı kişi midir? Uyutan ve uyandıran aynı bedende yaşayan insan mıdır? Belki de bize en büyük ipucunu uykuyla uyanıklık arasındaki o boyut verecektir. İnsomnia olmamanız dileğiyle iyi uykular…