Yaşadığımız yerküre içinde insanoğlu birçok yıkım,felaket ve salgınlar ile karşı karşıya kalmıştır. çoğu zaman milyon kayıplar ile, çoğu zaman sadece teğet ile bu badireler atlatılmıştır. Lakin yaşadığımız bu salgın ne yazık ki atlatılacak gibi değil. Zaman ve teknoloji değiştikçe, kutuplar giderek eridikçe, küresel salınımlar arttıkça, insanoğlu hala başına gelen tarihten ders çıkarmadıkça ne yazık ki bilinçsiz bir şekilde göremediğimiz bir virüs yüzden kayıp vermeye devam edeceğiz.
Nedendir bilinmez; tıkılıp kaldık betondan örme, dört duvar evlere. Hasret kaldık Arnavut kaldırımlı sokaklara. Yüzlerimizin yarısını kapatan beyaz bir peçe. İnsan, insanın yüzünü görmeye hasret kaldı. El sıkışıp tokalaşmaya, el elle sevdalı bir şekilde adımlar atmaya, birbirimize yürekten sarılmaya hasret düştük. İnsanların arasına keza düşmanlık değil de sosyal bir mesafe girdi. Omuz omuza saf tuttuğumuz cuma namazlarında aralıklar verdik. Peki neden böyle olduk? Hiç sorduk mu bunu kendimize.
Ölüm sayıları korkunç bir şiddette arttı. Cenaze namazları cemaatsizleştirildi. Her şey bir anda, bir çırpıda anlamsızlaştı. Yediklerimiz ve içtiklerimiz özenli ve düzenli hale geldi. Peki bu zamana kadar neden böyle değildi? Ne oldu da bu insanlar göremediği ve bir türlü de engelleyemediği virüse karşı daha duyarlı hale geldi. Ne oldu ve nasıl oldu da bir anda anlayamadığımız 21.yüzyıl Vebası ile karşı karşıya kaldık. Çaresizdik.
İnsanoğlu bir kez daha mekana bağlı olduğunu kanıtlamış oldu. Kimse kaçamadı mantar gibi ürüyen, ses dalgası gibi yayılan bu virüsten. Kimse tasını tarağını toplayıp, üstüne ceketini alıp hadi eyvallah diyemedi. Kimse aylar süren bir tatile gidemedi. Kimse bir anda uzaklara kaçamadı. Gözlerimiz sürekli televizyondaki spiker ablada ya da abide oldu. 83 milyon her akşam aynı soruyu sordu. Her ağızdan aynı sorular çıktı. Bugün kaç vaka var, kaç kişi hayatını kaybetti, yapılan testlerin kaçı pozitif, entübede ki hasta sayısı kaç, dünya da olup bitenler, pandemi için alınan önlemler ve en korkunç olanı sokağa çıkma yasağı var mı? Sanırım 21.yüzyıl insanını hiç bir şey bu kadar rahatsız etmemişti. Dünya da açlıkla savaşan Afrika hiç bir zaman bu kadar konuşulmadı, Bağdat bombalanırken ölen bebekler bu kadar merakla izlenmedi, Filistinli Müslümanlar, katledilen Arkanlılar bir virüs kadar ünlü olamadı.
Akıllandık mı acaba bu süre zarfında. Düşündük mü evde kaldığımız günlerde. Bu dünya nereye gidiyor. Bizleri daha ne kadar korkunç bir felaket bekliyor. Bunun gibi cevabı hiç bir zaman netleşmeyecek sorulara hiç kafa yorduk mu. Acaba bundan sonra ki hayatımız nasıl şekillenecek. Eğitim sistemi, sağlık sistemlerimiz, bankacılık işlerimiz, hukuksal dava işlemleri daha ne kadar uzaktan uzağa hallolacak. Bence gelecek çeyrek asır için hep beraber oturup bir düşünelim. Çünkü; tabiat anayı bu kadar acımasız, bilinçsiz, hunharca kullanan insanoğlu elbette bunun bedelini çok feci bir şekilde ödeyecekti bu kesin bir yargıydı. Bu bir başlangıç mı yoksa? Vefasını sürdüğümüz dünyanın sanırım cefasını ödemeye geçtik. Çoğu zaman kodmatik teknolojinin ve insan aklının bazı durumlarda yetmediği aşikar bir netice olarak karşımıza çıkıyor. Covid-19 salgını da bunlar biri. Bu durum insanoğlunun başına bir çığ kadar ağırlıkta yüklenmekte. Tüm dünya şuan korkuyor. Peki korkumuza mani olan ne?
Cezayirli yazar Albert Camus’un “Veba” yapıtını okuduğum zaman Orta çağ insanının neler yaşadığına içim burkulmuştu. Önüne geçemedikleri bir salgın ve milyonlarca ölü. Tuhaftır bilmem ama kitabın sonlarına doğru bir alışılmışlık psikolojisi, kabullenme içgüdüsü sezdim. Sanki insanlar olan ve biten her şeye razı oluyorlardı. Gelen ve giden her şeyi Tanrıdan biliyorlardı. korkuyorum. Şuan bizlerin Orta çağ insanından farkımız ne. Barutu ateşli silah mı yapmamız yoksa bilgiye bir anda ulaşmamız mı? Sanırım yüzyıllar önceki hemcinslerimizden bir farkımız yok. Bizlerde mi alışıyoruz alışmamamız gereken şeylere. Dünyadaki olanlara, olacaklara ya da olmuşlara bizlerde mi alışıyoruz. Peki neden?
Bence zamanı çoktan geldi insanlığın silkinmesinin. Yaşadığımız bu yorucu ve ölümcül süreç bize büyük bir ders vermiş olmalı. İnsanların olmadığı bir dünyanın ne kadar yaşanabilir olduğu İstanbul boğazında görülen yunuslar kanıtladı. Yıllar sonra Hiroşima’da bir çiçek hayatta tutundu. Dışarı çıkamayan insanların sayesinde rahat bir nefes aldı ozon tabakası. Doğa bir çırpıda temizledi kendini peki ya bizler?
Ne mi yapmalı bu insanoğlu; ilkokulda, gelecek nesiller daha ferah bir nefes alsın diye ağaç dikerdik ve fidanlar için aramızda para toplardık yeniden yapabiliriz. Ellerimiz pis işlerden çekersek sabuna ya da dezenfektana bu kadar müptela olmayız. güler yüzlü ve iyi kalpli olursak nemrut yüzlere maske gerekmez. Bildiklerimiz yersek şayet karnımız doyar. O zaman denklem çok basit. Her şeyden evvel silkiniyoruz ve kim olduğumuz hatırlıyoruz. gelecekte gerçekleşsin diye kurduğumuz hayallerimiz için daha rahat yaşanılabilir bir dünya için hep beraber temizleniyoruz. Hiç bir zaman alışmak yok. Çünkü insan neye ve kime alışırsa ondan vazgeçemiyor. İnsanlarla,akrabalarımızla, tadı kaçan bayramlarımızla aramıza giren sosyal mesafeyi er ya da geç sağlıklı bir şekilde kıracağız. Tekrardan özlem dolu, içi sevgi ve aşkla çarpan kalple sarılacağız sevdiklerimize. El öpmekten korkmayacağız. Maskelere saklan güler yüzlerimiz tekrardan aydınlatacak dünyalarımızı. İnanıyorum tekrardan o saadetli günlerimize sağlıkla kavuşacağız.
Furkan Dilekci/ Gazi Üniversitesi