Milletleri bir arada yaşatan, geçmiş tecrübesi ve gelecek tasavvuru olan devletlerin “devlet aklı ve derinliği” olmalıdır. Toplumu, devleti ve bireyi doğru konumlandıran, bağımsızlığı ve yeterliliği olan devletlerin akli derinliği vardır. Türkiye ve İran’ın sömürgeleştirilememesi veya bağımsızlıklarının ellerinden alınamamasının temel nedeni de budur. Aynı coğrafyayı paylaşan diğer devletlerin ise bu akıldan ve derinlikten uzak oldukları söylenebilir.
Lübnan’ın Beyrut limanında yaşanan faciadan sonra gündeme gelen “Fransız mandası altına mı girsek?” söyleminin ardından on binlerce Lübnanlı imza kampanyası düzenledi. Bir devletin böyle bir “manda” söylemi ile karşı karşıya gelmesi veya böyle bir duruma düşmesinin “devlet aklı ve derinliği” boyutuyla incelendiğinde anlaşılabilir olacağını söylemek mümkün. Veyahut Yemen’de insanların savaş yüzünden açlıktan ölmeleri de, Libya’da kimin neyi yönettiğinin belli olmaması da, Suriye’de Suriyelinin kalmaması da, Irak’ın bir devleti üç parçaya bölerek yönetmesi de aynı devlet aklının ve derinliğinin olmaması üzerinden açıklanabilir. Ne var ki Türkiye’nin en küçük ili Yalova’dan bile küçük olan Bahreyn’in bağımsız bir devlet olmadığı ve olamayacağı da aynı durumla ifade edilebilir. Buraya Kuveyt ve Katar’ı da eklemek mümkündür. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin bu ülkelerden tek farkı, ceplerinin dolduruluyor oluşu. Özünde aynı durum geçerli; hiçbir zaman bağımsız olamayacaklar ama devletler! Belki de bu cümle Ortadoğu’nun Birinci Dünya Savaşı sonrası kaderini en iyi ifade eden cümledir.
“Bağımsız olamayacakların, devlet olmaları!”.