Gerçek hayatın filtreli görsellerini seven, “Kim, kiminle, nerede?” oyunlarının aşığı, bir elinde son model teknoloji diğer elinde uluslararası kahve taşıyan bir nesil: Z Kuşağı!
2000 sonrası çocukları olarak bilinen, dijital kimlik olgusu içine doğan ve gördükleri her şeye en hızlı şekilde sahip olmaya kodlandırılmış bu neslin varlığı tıpkı yeni güncelleme gerektiren birer telefon uygulaması gibi. Her saniyeleri değerli, her saniyeleri coşkulu ve her saniyeleri bir önceki versiyonlarından hem ileri hem de bir o kadar geri. Her şeyin bir tık uzakta gerçekleştiği bu hayatlar, bilinenin çok bilinmeyenin ise çok daha gerisinde. Onlar için her şey sadece bir tık uzakta, peki gerçekten de öyle mi?
Instagram için çekilen fotoğraflar, eski sevgiliyi kıskandırmak için atılan hikâyeler, “Ben denedim, siz de deneyin!” diye paylaşılan ürünler ve daha niceleri…
Sevilmeyi ne kadar çok beğeni aldıkları ile rakamsallaştıran, sağlığın dergi kapaklarında olduğuna inandırılmış bu gençler; hem her şeyin bir o kadar farkında hem de bir o kadar da uzağında. Kendilerini teknoloji gurusu olarak gören bu jenerasyon, hızlı bilgi akışını dünyadan koparak değerlendirmekle birlikte zamanlarını görsel şölenlerle süslenmiş hayatları izleyerek harcamaktan çok memnun. Onlar için geçen her dakikanın önemi aldıkları like sayısının istatistiklerinden ibaret. Atalarının hayatlarını birer kült film gibi keşfetten izlemek ve bu hayatları arkadaşlarına yaşamış gibi anlatmak en popüler spor aktivitesi. Çünkü onlar için Sosyal Medya, bastırılmış gerçekliklerinin ta kendisi.
Peki ya biz ata kuşaklar (yani X ve Y kuşakları) bu nesli ne kadar iyi tanıyor hatta ne kadar doğru değerlendirip yorumlayabiliyoruz? Arkadaşlarımızla dedikodu vakti altında sosyal medyada görsel paylaşırken yan sandalyede elinde tablet ile dijital evrene ilk adımını atmasını sağladığımız çocuklarımıza ne kadar iyi örnek olabiliyoruz? Kendilerini ifade etmelerine izin vermediğimiz zamanlarda ellerine tutuşturulmuş teknoloji ile büyümeye iteklediğimiz çocuklarımızı neden irdelemekten vazgeçmiyoruz? Gelecek yaşlarında telefon, kulaklık ve şarj aleti üçlemesi evreninde yaşayacak bu nesli, neden ata kuşaklar olarak bizlerin bu hayata iteklediğimizi fark edip bunu düzeltmek için bir şeyler yapmıyoruz?
Ata kuşaklar olarak evde verilmesi gereken sosyal eğitimin yerini alan sosyal medya sayesinde her şeyin farkında ama bir o kadar da hayata karşı savunmasız yetişen bu nesil, gelecek nesillere nasıl referans olabilir, gelecek nesle tam olarak ne aktarabilir? Bir kez bile sokakta yakan top oynamamış bu nesil, birlik olma duygusunu sadece videolardan birer workshop eşliğinde öğrenebilir. Her şeyin satın alınabilirliğini gördükleri evrende kendilerine istedikleri birer ütopya yaratıp içerisinde yaşayabilir ve gerçek dünya ile bağlarını koparabilir. Bu da hem duygusal hem de sosyal hayat dürtülerinin gelişmemesine sebep olabilir ve hatta bu durum gelişmekte olan bireyin içine kapanmasına yol açabilir. İşte tam da bunun için dizayn edilmiş sosyal medya platformları sayesinde Z kuşağı çocukları, farkındalığı yüksek birer birey iken bir anda kırılgan birer birey haline de bürünebilir.
“Sürekli Online Hayatlar” ismini de verebileceğimiz bu hayatlar, kırmızı hapı yutarak harikalar dünyasında kalmakla eş değer olup, mavi haptan da hiçbir zaman haberdar olamamak anlamına da gelebilir.
Cihaz bataryaları gibi azalan özgüvenleri ve sosyal bağları, onları yaşayan birer heykel formuna büründürürken hala yaşamayı seçen akranlarıyla aralarındaki uçurum giderek büyüyor. Kendilerini sosyal bir izolasyon içerisine alan bu gençlerin, her geçen gün ebeveynlerinden ve çevresinden kopan bağları zamanla yeri doldurulması zor psikolojik rahatsızlıklara da neden olabiliyor. Kendilerini sosyal platformlarda doğru ifade ettiğine inanırken topluluk önünde kendini ifade sıkıntısı yaşayabiliyor hatta hiç dahil olmamayı tercih edebiliyorlar.
Örneğin 30 yaşına gelmiş bir kristal çocuk, hala kendisini Tik Tok üzerinden ifade etmeye çalışıyor, farklı bir bakış açısı kazanmak yerine hala ona sunulanla yetinmeye devam ediyor. Ona verilenle mutlu olmayı tercih edip görünen dağın arkasında neler olduğunu hiç merak etmiyor. Her şeyini bir tıkla halledip bir tıkla da her şeye son veriyor.
Hızla büyüyen hızla da küçülen ve içine kapanan bu neslin çocukları, hiçbir zaman sokakta oynamanın, çiçeklerine top attıkları için azar işitecekleri komşularını tanımadan, tanıyamadan geleceğin birer ebeveynleri haline geliyor ve bir sonraki nesle her şeyi bir tıkla aktarıyor.
Doğallıktan uzak hayat filtreli çerçevesi içerisinde yaşanılan bu hayatlar, geçmiş neslin birer yansıması iken gelecek nesillerin ise yanılsamaları haline dönüşüyor. Kendilerine birer alan yaratma çabaları onları gerçek dünya düzeninden uzaklaştırdıkça iç dünyalarında oluşan boşluk hep daha fazlasına ihtiyaç duymalarına hatta doyum süreçlerinin giderek zayıflamasına sebep oluyor.
Giderek zayıflayan bağlardan beslenen sosyal medya platformları ise bu düzeni devam ettiren bu gençler sayesinde büyümeye ve egemen olmaya devam ediyorken yeni sürüm hayat felsefesi olarak değerlendirebileceğimiz bu balon hayatlar içerisinde var olmak, size de biraz yavan gelmiyor mu?