Yıl 2012. Herhangi bir kız meslek lisesinde Çocuk Gelişimi bölümü son sınıf öğrencisiyim. Haftanın 3 günü staja çıkıyor -yok denilecek bir meblağ karşılığı günde neredeyse on saat sınıf öğretmeninin sınıfa girmeyi reddettiği pardon benim görevim olduğunu ifade ettiği bir kurumda- bir yandan üniversite sınavına hazırlanıyorum. Hedefim belli çok zor olsa da Ankara da bir üniversite de Okulöncesi bölümü okumak. Sınava girme zamanı geldi, sınavın açıklanma zamanı geldi. Mümkün değil Ankara. Ha mümkün ama ön lisans olarak mümkün. İdealistim ya, emeğimin karşılığını alacağım ya, büyük adam olacağım ya güya reddediyorum.
Ailem,
-‘İnat etme bir yıl daha hazırlan’ diyor.
Onu da reddediyorum neymiş bir daha o stresi kaldıramazmışım. Bir gün dersane hocalarından biri
-‘Neden lisans Çocuk Gelişimi bölümünü düşünmüyorsun?’ diyor.
Cevap basit puanları çok yüksek, araştırıyoruz bir üniversite de ilk kez öğrenci alacaklar Çocuk Gelişimi bölümü için. Tercih listesi yapılıyor. İlk sıraya bir ümit Gazi yazılıyor ikinci sıraya Çocuk Gelişimi devamı da ülkenin her yerinden var denilecek cinsten. Gazi yazıldı ilk sıraya ama gelmeyeceğini biliyorum o yüzden yatıp kalkıp
-‘Ne olur Çocuk Gelişimi olsun.’ diye dualar ediyorum. Neyse sonuçlar açıklanıyor.
OLMUŞ! CİDDEN OLMUŞ! HAYAL GÖRMÜYORUM OLMUŞ!
Önce bir yıl hazırlık okuyorum. Sonunda bölüme başlıyorum. Ama kafamda hala okulöncesi öğretmeni olmak var. Senenin ilk bölüm dersi hoca sınıfa giriyor, kendini tanıtıyor.
-‘Kimler okulöncesi öğretmeni olmak istiyor?’ diyor.
Gururla parmak kaldırıyorum.
-‘O zaman niye bu bölüme geldin?’ diyerek bir güzel bozup bölümün aslında sağlık lisansiyeri yetiştirdiğini bizlerin gelişim takibi yaptığımızı ve hastanelerde çalıştığımızı ifade ediyor. Ufak çaplı bir şokla günü tamamlıyorum.
Dersler başlıyor. Çocuk Hakları ve Yasaları, Anatomi, Çocuk Gelişimine Giriş ve birkaç genel kültür dersi.
-‘Tamam sağlık lisansiyeri olacağız da ben ne yapacağım bu eklem isimlerini, kaburga numaralarını!’ derken Anatomi’den bütünleme sınavına kalıyorum.
Yıl geçiyor Çocuk Hastalıkları, Anne Çocuk Beslenmesi, Çocuk Ruh Sağlığı, Mesleki Yabancı Dil, Gelişimsel Değerlendirme.
-‘Tamam hastanede çalışacağız peki ama bu hastalıkları nasıl öğreneceğim ben!’ derken öğrencilik yıllarımın beter notlarından birini alıyorum Çocuk Hastalıkları sınavında.
Bu arada kafamdan okulöncesi öğretmenliğini silmiş soranlara
-‘Çocuk Gelişimci olacağım. Ailelere destek olacağım, çocukların hayatına dokunacağım.’ diyorum.
Stajlar başlıyor. Rotasyonlu çıkıyoruz. Ne demek bu? Haftalara bölünmüş farklı kurumlara staja çıkmak demek. Başta hastane olmak üzre, Aile Sağlık Merkezlerine, okulöncesi kurumlarına, özel eğitim kurumlarına, Radyo televizyon bölümüne staja çıkıyoruz.
Sonra mezun oluyoruz. 10 15 kişiyi geçmeyen kadro sayılarının gerçekliği ile yüzleşiyoruz. Özel sektörde mesleğimizin karşılığı olmadığıyla yüzleşiyoruz. Mezuniyetin ilk yılı özel sektörle mücadele edip kurumlar Çocuk Gelişimci olarak çalıştırmıyorsa çalışmayacağım diyor insan. Sonra aileye karşı yükümlülük hissi, boşta kalmışlık ve
-‘Ben bu kadar uğraşmışken öğretmen olsam da yapabilitelerime güveniyorum. Çocuğun olduğu her yerde olmalıyım.’ diyerek alan talanı diye adlandırdığımız hiç istemesekte bir özel kurum da öğretmenliğe başlıyorum. İlk görüşmem de gelişim takibinden bahsediyorum, öğrencilerimin gelişim takibini akademik testler yardımıyla yapıp ailelere iletmek istediğimi yıl sonunda ilkokula hazırlık durumlarını bilimsel olarak kanıtlanmış testlerle ailelere iletmek istediğimi dile getiriyorum. Biraz şaşırıyorlar ama hevesle
-‘Tamam, bizim istediğimizde bu.’ diyorlar.
Sene başlıyor, test talebimi iletiyorum ‘Biraz bekle.’ deniliyor. Tekrar diyorum.
– ‘Diğer öğretmenlerin öğrencileri bu sürece dahil edilemeyeceği için tek sizin öğrencilerinizle ilerlemek haksızlık olur.’ diyorlar.
-‘Onlarla da ilgilenirim, gerekirse hafta sonları ücretsiz randevu ile tüm öğrencilere uygularız testlere diyorum.’
Her seferinde baştan savuluyorum. Sonra anlıyorum ki kimsenin böyle bir derdi yok. Kimsenin bilimsel dayanaklara ihtiyacı yok. Dili olan konuşuyor. Ama yeri geldi mi de yaptıklarınızla sizi övüp, sizin üzerinizden puan topluyorlar. Dahası ailelerin gözünde de sabah akşam çocuklarının oyun oynamasından, yemeğinden içmesinden sorumlu kişi olarak kalıyorsunuz. Öğrenci ile ilgili gözlemlerinizi aktarırken uzman gözüyle değil ne yazık ki size dayatılan bu çizgiler içinden sesleniyorsunuz.
İçinizden sürekli
-‘Ben bu sisteme yenilmeyeceğim, değişen ben olmayacağım.’ diyorsunuz fakat değişmeseniz de kalın çizgileri olan bir karenin içinde kalakalıyorsunuz. Bunu fark ettiğiniz yer de iki seçenek çıkıyor karşınıza. Kendinizi bu karenin içinden çekip çıkartmak, ya da görmezden gelip asıl kimliğinizi unutmak.
Kendinizi çekip çıkarttığınız yer de yeni bir mücadele başlıyor. Canhıraş lisans kazanacağım diye uğraşırken 80bin insanın açık öğretim fakültelerinden çatır çatır mezun olduğunu öğreniyoruz. Savaşalım, mesleğimizi staja çıkmayan derinlemesine öğrenmeyen insanlara bırakmayalım diyoruz. Bir savaş veriyoruz tam manasıyla. Neyin savaşı bu biliyor musunuz?
‘Gelişmeyi reddeden bir toplumda Çocuk Gelişimci olma savaşı!’
Biraz karanlık karamsar bir yolculuk. Ama vazgeçmedim. Vazgeçmeyeceğim. Toplum reddetse değişim ve gelişim bir yerden başlayacak. Biz Çocuk Gelişimciler de bu değişim ve gelişimin ucundan tutuyor olacağız!