Gladyatör filmini izleyenler Marcus Aurelius namının kime ait olduğunu hatırlayacaktır. Filmde saltanatının sona erdiği bilen, yaşlı bir devlet adamı olarak tasvir edilir. Saltanatını narsist ve sadist oğlu Commodus’u ya da General Maximus’u halefi olarak belirtmenin zor seçimiyle karşı karşıya kalır. İzlemeyenler için ipuçları (spoiler) vermeyeceğim, lakin işler istenildiği gibi gitmiyor.
Filmde tasvir edilen Marcus Aurelius, imparator karakterin gerçek hayatta nasıl birisi olduğuna dair bir bakış. Marcus Aurelius filozoflar için ya da felsefe okuyanlar için Platon’un Filozof-Kral için ideal bir imparator olarak kabul edilir.
Marcus Aurelius lider olmak istemeyen ama her şeye rağmen yükselen bir lider. Bu dünya karşısında ilgisiz, ama bir başka dünyanın da varlığına inanmayan biri olarak hiçbir karşılık, hatta kalıcı bir ün bile beklemeksizin kendini göreve adamıştı. Marcus Aurelius saltanatı sona erdiğinde, Roma tarihinin beş iyi imparatorunun 100 yılı aşkın etkili yönetimini gücünün son doruğuna ulaşmıştı. Ölümü, imparatorluğun yavaş bir düşüşüne ve nihai çöküşüne yol açtı.
Bir imparatorun yanı sıra Marcus Aurelius, felsefenin Stoacı kolunun savunucu bir takipçisiydi. Her gece bir lider, baba ve vatandaş olarak kendini geliştirmeye yardımcı olmak için düşüncelerini bir dergiye (Ta Eis Eatuton) yazardı.
İnanılmaz bir şekilde, bu düşünceleri Avrupa’daki savaşlarda Roma ordusuna liderlik ederken yazdı. Karşı karşıya kalması gereken tüm stres ve kargaşaya rağmen, her gece hayat hakkında felsefe yapmak ve düşüncelerini yazmak için zaman buldu.
Bu düşüncelerin hiçbir zaman gün ışığını görmemesi gerekiyordu, fakat şükür ki gördüler. Şimdi, şahsi büyümeye kendini adamış herkesin okuması gereken paha biçilmez bir kaynak olan Düşünceler kitabında toplanmış ve yayımlanmıştır.
Kitap, iki bin yıl önce gezegendeki en güçlü adam olan bir adamın zihnine açılan bir penceredir. Bu kitabı hayatımın “dibi gördüm” dediğim bir noktasında buldum ve kendimi düştüğüm kuyudan çıkmama yardımcı oldu.
Seçtiğim bu yedi alıntının sizin için de aynı etkiyi yapabileceğinden şüphem yok.
“Güç zihnimizdedir, – dışarıda bir yerlerde değil. Bunu anladığınızda dayanıklılık gücünüzü de bulacaksınız.”
Dünya genelinde Coronavirus pandemik öfkesi olan mevcut iklimde, yukarıdaki alıntı her zamankinden daha alakalı ve aydınlatıcıdır.
Bu alıntıya ilk geldiğimde, panik atak ile mücadele ediyordum. Üç hafta süresince haftada bir panik atak geçiriyordum. Bu Erasmus için gittiğim ülkede yabancı öğrencilere ders sunumu esnasında olmuştu. Oldum olası bir sahne korkusuyla yaşamıştım.
Bugüne kadar kendimi nasıl toparladığımı ve bu üç haftayı nasıl geçirdiğimi hala bilmiyorum. Enkazdan farkım yoktu, bir sonraki panik atağı ne zaman geçireceğim endişesiyle yaşıyordum.
Düşünceleri öven yazılara rastladıktan sonra kitabı aldım, ilk sayfasını okumamla düştüğüm kuyudan çıkmaya başladım. Kitabı okumak zihinsel olarak gelişmeme yardımcı oldu ve bu alıntı zihnimin bir köşesinde yer edindi ve zor zamanlarımda yardımcı oldu.
Coronavirus, futbol maçları veya ülkemizin günlük koşuşturmaları gibi olayları kontrol edemesek de, aklımızda neler olup bittiğini kontrol edebiliyoruz.
Düşüncelerimiz, hayatımızı etkiler. Her zaman olumsuz düşünceler düşünüyorsanız, kendiniz için olumsuz bir deneyim yaratacaksınız dır – ya da tam tersi. Yaşamınız üzerinde yetki almak istiyorsanız, zihninizi kontrol etmeyi bilmek hayati önem taşır.
İnsanlar doğası gereği kontrol düşkünüdürler, ama gerçekten kontrol ettiğimiz tek şey kendimizden başkası değildir. Etrafımızda gelişen olayları yönetemesek de, bu olaylara karşı olan tavrımızı seçebilir ve dikte edebiliriz.
“Mutlu bir yaşam için çok az şey gerekir. Hepsi de içinizde, düşünme şeklinizde gizlidir.”
Erasmus’un ilk seyahatinde yanıma yalnızca sırt çantamı almıştım. Ardımda bir sürü şey bırakmıştım. Yanımdakiler birkaç giyecek eşya parçasıydı. Ve üzerimdeki tek elektrikli cihaz akıllı telefonumdu.
İlk başta sırt çantasıyla yaşam tarzına uyum sağlamak zordu. Diğer üç kişiyle bir odada uyumak kolay değildi, ama yavaşça adapte oldum. Günler geçtikçe sırt çantamın içeriğinin ötesinde, beni mutlu etmek için çok az şeye ihtiyacım olduğunu fark ettim. Yalnız olmama rağmen nerede olduğumu bilmeden gezdiğim sokaklar, tanıştığım yeni yüzler, keşfettiğim yeni lezzetler, hatta bin yıllık bir kalenin tam ortasında, eski bir taş bloğun üstüne oturup etrafıma öylece seyre dalmak mutlu olmam için yeterliydi.
Sahip olduğumuz şeylerin çoğuna ihtiyacımız yok. Mutluluk bir dizi mülkiyete sahip olmaktan gelmez; içeriden, yaşamınızla ilgili derin bir memnuniyet duygusundan gelir. Çok az yaşayabileceğimizin farkına vardığınızda, hayata dair ufkunuz açılır. Sağlık, arkadaşlar, aile ve sevgi, bunların hepsi en son ve en büyük olmazsa olmaz zımbırtılara sahip olmaktan çok daha önemlidir.
“Öfkenin sonuçları nedenlerinden çok daha üzücüdür.”
Kontrol edilmesi en zor şey öfkedir. Öfke kontrolsüzlüğü, üniversite zamanlarında eve döndüğümde birçok kez başıma geldi. Okuluma dönmeden önce 2 ay boyunca ailemle yaşıyordum. Üniversitede olduğum, kendi evimde kaldığım sürece her şeyi yapabiliyordum, bağımsızdım. Kendi paramı kazanıyor, evimin giderleriyle ilgileniyor, arkadaşlarımla geziyor, kendimi geliştirmek için faaliyetlerde bulunuyor ve etkinliklere katılıyordum. Kendi kararlarımı vermekte tamamen özgürdüm.
Eve döndüğümde ise ailemin kurallarına uymak ve diğer üç kişinin endişelerini dikkate almak zorunda kaldım. Bunu gerçekleştirmek o kadar kolay değildi ve muhtemelen her fırsatta okulumun olduğu şehre dönmek için iş bulmaya çalışmamın nedeni buydu. Aileme nereye gittiğimi, neler yaptığımı, gelecekte neler planladığım… sorularına cevap vermek zorundaydım. Bu konuları konuşurken anlaşmazlık yaşamam muhtemeldi. Genellikle, böyle küçük konulardan dolayı aileme kızardım.
Geriye dönüp baktığımda bunlar utanç vericiydi, ama o zamanlar çok daha genç ve isyankârdım. Bilgelik sadece yaşla gelmiyordu. Dünyaya olan bakışımızla birlikte geliyordu.
Artık her küçük şey için tartışma çıkarmam gerekmediğinin, her şey hakkında bir fikrimin olması gerekmediğinin farkındayım. Bazen her şeyin olmasına izin verebilirsiniz – ve bunu yaptığınızda kendinizi daha iyi hissettiğinizi fark edersiniz.
“Engel hareketi geliştirir. Yoldaki engel yol olur.”
Bu alıntı Marcus Aurelius’un en ünlü sözlerinden birisi. Ryan Holiday’in “Engel Yolun Kendisidir” kitabını kaleme alırken bu sözden ilham aldığını söyler.
Hayatımızda karşılaştığımız en yaygın sorunlardan birini özetleyen harika bir alıntı. Bazen işlerimiz veya yaşadığımız olaylar hayatımızın akışına karışıyor. Durum böyle olduğunda, cesaretimizin kırılması, karşılaştığımız zorluk karşısında pes etmek kolay bir seçimdir.
Yapacağınız şey pes etmek, yoldan geriye cesaretiniz kırılmış bir şekilde dönmek değil, zorlukların ne denli büyük olduğuna bakmadan onlarla yüzleşmektir. Aksi takdirde karşılaştığınız her engelde pes ederseniz, asla bir yere varamazsınız.
Engeller hayatımızın bir parçasıdır. Hepimiz şu ya da bu şekilde zorluklarla mücadele ediyoruz. Bu zorluklardan kaçmak yerine onlarla yüzleşmek zorundayız. Gerçekte kim olduğumuz bu gibi anlarda belli olur.
“İyi insan nasıl olmalı diye tartışarak daha fazla vakit kaybetme: İyi insan ol.”
Lise yıllarımda pek kitap okumazdım, çalgı aleti çalamaz veya bir spor faaliyetinde bulunmazdım. Yukarıda zikrettiğim gibi en ufak bir şeyde rahatsız olma eğilimindeydim. Ailem ya da etrafımdaki insanların tavsiye vermeleri veya hakkımda bir hükme varmaları beni rahatsız etti.
Önemsiz şeylerden rahatsız olmamı aşmam biraz zaman aldı. Eskiye nazaran daha sakin ve mantıklı hareket ediyordum. Bazen ani çıkışlarım olabiliyor. Lakin eskiye nazaran çok nadir gerçekleşiyor. Artık şahsi bir kütüphanem var. Biraz gitar çalabiliyor ve bir çok faaliyete katılıyorum.
Kendinizi yetersiz düşünmeniz ve sahip olmadığınız kusurlara bakarak, sahip olduğunuz şeyleri görmezden gelmeniz ve kendinizi sürekli azarlamanız kolaydır. Kendime ne kadar söz verdiğimin izini kaybettim, kilo vereceğim, kitap okuyacağım, İngilizce öğreneceğim, nasıl daha hızlı okuyabilirim/öğrenebilirim, şunu yapacağım veya bunu…
Bu alıntıyı okuyana kadar, kafamdaki eylemlerim hakkında düşünerek ne kadar zaman kaybettiğimin farkına varamamıştım. Bunca zaman onun yerine daha iyi bir insan olabilirdim. Kaybettiğim her zaman için bir şeyler yapabilirdim.
Hepimiz daha iyi olmak istediğimizi söyleyebiliriz, lakin bunu yaşayan bir örneği olana kadar, bu istek boş bir hülyadan öteye geçmez.
Karakterimizi tanımlayan düşündüklerimiz veya söylediklerimiz değil, eylemlerimizdir.
“Sadece doğruyu yap. Gerisi önemli değil.”
Bu pasajı okuduğumda, beni yolumda bir anlığına durduran alıntılardan biriydi. Öğüt o kadar açıktı ki, daha önce hiç aklıma gelmemişti.
Hepimiz haklı olduğumuzu, ahlaklı olduğumuzu düşünmeyi severiz, ama öyle miyiz? Herhangi bir yerde bir yanlışın gerçekleştiğine tanık olsaydık, müdahale eder ve harekete geçer miydik?
Nassim Nicholas Taleb bu konuda şu sözleri sarf eder: “Eğer bir sahtekârlığın yaşandığını görüyorsanız ve bunu söylemiyorsanız, sizde bir sahtekârsınız.”
Çoğu insanın bunu yapamamasının nedeni bunu yapmanın maliyetidir. Çoğu zaman adaletsizlikler hakkında konuşmak, eylemde bulunmak azarlanmanıza ve dışlanmanıza yol açabilir-sırf doğruyu yaptığınız için. İnsanların bu tür eylemlere tanık olduklarında sessiz kalmalarının nedenlerinden biri de budur.
Ancak, bu suçluluk ve kızgınlık, yıllarca kafanıza takabilirsiniz. Eylemin maliyetine rağmen, ne olursa olsun, doğruyu yapmak daha iyidir. Kişisel bir kayıpla acı çekseniz bile en azından doğru şeyi yaptığınızı bileceksiniz.
Marcus’un dediği gibi, önemli olan da bu. Theranos, Lance Armstrong ve Harvey Weinstein’ın durumunda gördüğümüz gibi, yalanlar ve aldatmacalar her zaman tünemek için evimize gelirler.
Micheal Foucalt’un son ve en büyük çalışmalarından biri “Hakikati Söyleme Cesareti”ydi. Ayrıca Etienne Balibar’ın bir kaç konferans konuşmalarının neşredildiği kitabı bu pasajı anlamak için okumaya değer bir yazımdır.
”Bu sınırlı zamanın yok olup gideceğinin ve bir daha eline geçmeyeceğinin bilincine varmanın vakti geldi, geçiyor.”
Öğrenciyken çalıştığım yerde en çok duyduğum şey, yaş, mevki fark etmeksizin, insanların vardiyasının bitmesinin istemesiydi. “Gitmek için sadece son bir saat!” ya da buna benzer cümleleri çok duyardım.
Bunu ilk birkaç kez duyduğumda rahatsız olmuştum. Düşünceler’de bu pasajı okuduğumda, bunun nedenini anladım.
Evet, iyi bir iş değildi ve ben de orada olmaya çok istekli değildim ama hiç böyle düşünmemiştim. Ne zaman bu yönde bir şey söylesek, asla geri dönemeyeceğimiz için zaman dilemek isteriz.
Zaman sahip olduğumuz en değerli hazinedir. Hepimizin sahip olduğu bir şey, ama ne kadar paramız olursa olsun ya da ne kadar güzel olursak olalım, hiçbirimiz daha fazlasını elde edemeyiz.
Bu gezegende ki her gün bir lütuftur. Hepimiz kaçınılmaz sonumuza doğru yavaş bir iniş yapıyoruz. Uzakta zaman dileğiyle bu süreci hızlandırmak için umut ediyor.
Bu yüzden zamanınızı en iyi şekilde değerlendirmeniz önemlidir. Sadece sınırlı bir zamana sahibiz ve ne zaman biteceği hakkında hiçbir fikrimiz yok. Bir kez gitti mi, gitti.