By kozalakvadisi on 21 Mayıs 2020 • ( Yorum bırakın )
Şimdi devam edelim..
Bu yazı dizisinin sonuncusunu yazarken, Türkiye’nin elit felsefecilerinden Prof.Ahmet Arslan’ın şu sözü aklıma geldi ; “Ben dinsizim. Ancak din düşmanı değilim. O çok başka bir şey. İnsanlık dinler ve mitolojiler sayesinde bu günkü uygarlık düzeyine ulaştı. Hayal kurmalıydılar ve mitoloji üretmeliydiler”
Demek ki insanın var oluşunda temel bir dualite var. Nedir bu ? Birincisi daha çok beynin sol lobunda üretilen düz mantık, analitik düşünce ve matematik bölümü. İkincisi, daha çok beynin sağ lobunda üretilen sezgisel yetenekler, gerçek üstü hayeller, görsel ve işitsel konular. İşte bu insan beyninin sağ ve sol lob çalışma prensibi bize şunu işaret ediyor : “DENGEYİ”.. Gerçekten de tabiatın yaratım ve işleyiş tarzı, dengeler üzerine kuruludur. Ne diyoruz halk arasında ? “yahu bu ne dengesiz bir adam”, ya da “tabiatın dengesini bozuyorlar” … gibi deyişlerimiz var. İşte bu deyişler bilinçli ya da bilinçsiz “evrensel bir dengeyi ve dualiteyi” bize haykırmaktadır.
Önemle bahsettiğimiz bu dengeleri iki örnekle inceleyelim :
* Birinci örnek mikro anlamda basit bir örnek ; Hayvan belgeselleri : hemen hepiniz en az bir hayvan belgeseli izlemişsinizdir. Örneğin bir Afrika savanasında, belli bir arazide ki canlıları inceleyelim. Aslan ağırlıklı olarak Afrika öküzü, Zebra, Antilop ve Zürefa gibi hayvanları sürü halinde avlar. Çita çok hızlı bir yırtıcıdır. O da Ceylan, Antilop gibi hayvanları avlar. Yırtıcı et oburlar tarafından avlanan bu ot obur hayvanların nüfus popülasyonu, normal şartlarda yırtıcılardan kat be kat fazladır. Şimdi yırtıcı et oburların giderek azalıp, yok olduğu bir savanayı hayal edin. Bu durumda olacak olanlar ; Et obur yırtıcılar yok olduğu için, bu kez ot obur hayvanların sayısı çığ gibi artacak, bunun sonucunda arazideki bitki örtüsü hızla tüketildiği ve hatta yer yer geri dönüşümü olmayan tahribatlar oluşacağı için bir süre sonra ot obur hayvanların yiyecek kaynakları da tükenecek ve bu da en sonunda ot obur hayvan grubunun da felaketine yol açacaktır. Gördüğünüz gibi doğaya dışarıdan olumsuz anlamda müdahil bir etki olmadığında, doğanın kendi içinde mükemmel işleyen simbiyotik bir ilişki sistemi vardır. Doğanın kendi içinde işleyen, kimilerine göre acımasız gibi görünen kanunları, aslında şu ya da bu şekilde karşılıklı fayda ve yardımlaşma temelinde işleyen ve yaşam döngüsünü devam ettiren kanunlardır. Bitkilerde de durum farklı değildir. Örneğin yine belli bir arazide ki ağaçlar köklerini kullanarak birbirleriyle iletişime geçer, birbirlerini beslerler, kimi tehlikelere karşı uyarırlar. Bu konuda saygın Türkçe internet sitelerinden birisinin yazısını bu linkten incelemenizi tavsiye ederiz : “Ağaçlar birbiri ile iletişim kurar mı ?”
Yine doğanın işleyiş kanunlarını, canlıların karşılıklı ilişki ve yardımlasmalarını daha detaylı anlamak isterseniz, meşhur Anarşist Pyotr Alekseyeviç Kropotkin (d. 9 Aralık 1842), Kropotkin’in ( politik olarak Anarşist ancak kendi döneminde dünyanın en iyi coğrafyacılarından birisi olduğu bilim dünyasınca bilinir ) onunda PDF kitabı : “Karşılıklı Yardımlaşma”
Bu arada Marx’ın politik yoldaşı Friedrich Engels’in “Doğanın Diyalektiği” PDF kitabına bu linkten bakabilirsiniz..
Buraya kadar anlatmak istediğimizin ana fikri ; Biraz aklı başında hiç kimse elbette evrim sürecini ve doğanın göze parmak misali maddi, materyal işleyiş yapısını inkâr edemez. Ancak insan dediğimiz varlığın henüz derin bilinç yapısını, ego/benlik sorunlarını çözmeye henüz çok uzak bir insanoğlu var. Kısacası daha insan doğanın ve onun bir parçası olan kendisinin ne olduğunu ve olmadığını tanımlamadan, kendisini bilmeden geliştirdiği hormonlu teknoloji bu gün geldiğimiz vaziyetin fotoğrafı değil midir ?
Bakın bu son söylediklerimle ilgili “Büyük Sır Üstadı” kitabının yazarı, bilge kişi Hervé Abajoli neler söylüyor ? ( 02 Mayıs 2020 YouTube / varuna gezgin YouTuber’ı ile röportaj alıntısı..)
İkinci örnek,
Yazının çok uzamaması için kısa tutacağım. Zira yazacaklarım başlı başına başka bir yazı konusu, hatta kitap konusu..
İtalya da başlayan Rönesans dönemi, Grek ve Roma kültürünün, orta çağ İtalyasında yeniden canlanmasıdır. Batı dünyasının ve genelde insanlığın ilerlemesine çok büyük katkıları olan bir dönemdir. 14.Yüzyıldan, 17.yüzyıla kadar uzanan bir dönemi kapsar..
Evet buraya kadar, ansiklopedik bir bilgi. Ancak rönesansın temeli sayılan antik Grek ve Roma kültürü sadece doğduğu topraklarda mı ortaya çıktı ? Hiç bir yerden etkilenmedi mi ? Hayır. Onunda etkilendiği yer “Hermetik / Antik kültürü” ne kadar gider . Bununla ilgili şu akademik yazı
Hermes’in eski Mısır ve Helen Dünyasından İslâm Coğrafyası ve Anadolu’ya Yolculuğu
Hermetik Felsefenin İslam Düşünce Tarihinden Görünümü
Demek ki Rönesans döneminde İnsanların beyin/bilinç çalışması; sürrealist yüksek hayal güçleriyle, diğer düz mantık, matematik lobunu dengede çalıştırma metodu ile o hızlı gelişme ivmesini yakaladılar..
Son olarak kendimize şu soruları soralım ;
* Hemen hemen tüm dinlere kaynaklık eden Sümer medeniyetini incelediniz mi ? Sümer tabletlerinin büyük çoğunluğu niçin çalındı ya da kayboldu ?
* Bildiğimiz dünya tarihinin doğruluğundan emin miyiz ?
* Erich Von Däniken’in meşhur “Tanrıların Arabaları” kitabını okudunuz mu ?
Ne hurafeden yana olun, ne de duygusal zekâsını kaybetmiş, düz mantık bir insan olun…
Hani diyoruz ki… gerçeği, hakikati arayalım… Gerçeğe ulaşma yolunda tekâmül merdivenlerini hep beraber çıkalım..
En derin saygı ve sevgilerimle
Timur Türker