İnsanlarla dağ gelinciklerinin paylaştıkları bir dünyada, tastamam bizim dünyamızda, anlaşıldığı kadarıyla en az insanlar kadar ileri bir medeniyette yaşayan dokuz dağ gelinciğinin yaşam macerasının anlatıldığı bir kitaptan bahsetmek istiyorum: “Meraklılar”.
Dağ gelincikleri tabiatın vahşi ve evcilleştirilmesi zor hayvanları olarak bilinir. Ancak Richard Bach’ın hafif ve akıcı üslubuyla bizi içine çektiği dünyada durum çok farklı: Burada, yaşam amacı ve tekâmülü peşine düşmüş kimlikleriyle çıkıyorlar karşımıza.
Shamrock; bir dedektif. İlk büyük gerçeği, dağ gelinciklerinin dünyamıza nereden geldiklerini bulacak kadar iyi bir dedektif.
Budgeron ve Danielle, birbirini çok seven evli bir çift. Biri çocuk kitapları yazıyor, diğeri ise aşk. Bethany, sahil güvenlikte bir kurtarma gemisi kaptanı.
Monty ve Cheyenne, birisi çiftçi, diğeri ise Hollywood starı. Birbirlerine deli gibi aşıklar.
Stormy ve Strobe. İkisi de pilot, birlikte olmak ve dünyayı değiştirmek kaderlerinde var.
Her ne kadar tesadüfen seçilmiş ve hiçbir bağlantıları yokmuş gibi görünseler de, öyküler ilerledikçe satır aralarında kesişen zamanlar ve hayatlara rastlıyorsunuz. Bu bakımdan ilk sayfadan itibaren karakterlere dikkat etmeli sevgili okur, aksi takdirde “ben bu ismi bir yerde daha görmüştüm” diye sayfalarca geriye gitmek mecburiyetinde kalabilir.
Gelinciklerin muazzam dönüşümü içlerinden birinin, korkunç bir savaşın ortasında aldığı kişisel kararla başlıyor:
Kötülükten elimi eteğimi çekiyorum.
Yazar, basit ancak uygulanması ve benimsenmesi zor ilkeler üzerinde temellendiriyor kitabında tasvir ettiği eşsiz medeniyeti:
“Başkasına vereceğim zararı, her ne olursa olsun önce kendime vereceğim.” ya da “Bütün seçimlerimi yaparken ve her günümü yaşarken en yüksek doğruluk duygusu hep içimde olacak.”
Aşağıdakileri de eklemeden edemeyeceğim:
“Nasıl ki kendime saygı duyuyor ve nazik davranıyorsam, akranlarıma, büyüklerime ve çocuklara da aynı saygı ve nezaketle yaklaşacağım.”
“Başkaları için isteyeceğim diledikleri gibi yaşama, düşünme ve inanma özgürlüğüne sahip olmalarıdır. Bu özgürlüğü kendim için de isterim.”
Sonsuz nezaketle, egodan olabildiğince arınmış, kendini ve kaderini gerçekleştirmek amacına odaklanmış karakterlerimizin maceraları, yaşam misyonu konusunda okuruna da tek bir şey öneriyor gizliden gizliye: “İçindeki sesi dinle!” ya da kitaptaki anlatımıyla “içindeki en yüce doğruyu takip et!”
Çünkü Antonius Ferret’e göre (bu arada ferret, dağ gelinciği demek): “En yüce doğrumuz bütün olası gelecekleri bilir. Bize fısıldadıklarına uyduğumuzda bizi bekleyen ödülün büyük bir mutluluk olduğunu anlarız.”
Anlatı sürdükçe her kahramanın amacına ulaşacağına, aradığını bulacağına ilişkin bir güven veriyor. Tıpkı masallardaki gibi! Doğrusu üslup da bunu destekliyor.
Ama bu yanıltmasın, dikkatli okur, daha ilk satırdan itibaren derinde yatan felsefeye ve varoluş sorularına esir düşüyor. Son satırlarda ise; her bir kahramanın öyküsünden hareketle kendi yaşam serüvenini sorgularken buluyor kendini.
Anlatılmak istenen ile anlaşılan her daim tartışıla gelmiştir. Dolayısıyla bu kitapta da her okurun kendine has bazı çıkarımlar ve sorgulamalar yapacağına inanıyorum.
İşte benimkiler:
- “Uyuyan Güzel” veya “Külkedisi” kıvamındaki masalsı ve hoş üslup, konu kadar neyin nasıl anlatıldığının da önemini bir kez daha kanıtlıyor. Peki ya kahramanlar dağ gelincikleri yerine insanlar arasından seçilseydi, kitap bu derece etkileyici olur muydu?
- İnsana dair tüm hikâyenin dağ gelinciklerine atfedilmesi, okurun hayal dünyasını besleyen ve geliştiren, hatta meseleyi yavanlıktan çıkaran bir yöntem. Bu durumda, insan tabiatı mı çok yavan, yoksa dağ gelinciklerininki mi çok zengin ve derin?
- Üçüncü gözün kitapta okuduklarını kolayca benimsemesi, doğrulaması ve ikna olması nasıl bu kadar mümkün?
- Savaşların, itişmenin-kakışmanın görülmediği dağ gelinciklerinin bu barışçıl dünyasında, (eh medeniyette ileriyken) siyasi bir sistem ve politikacılar da var mı acaba?
- Peki ya insanlar?
“Üzgünüm,” dedi erkek olan (dağ gelinciği) kıza, “kaderimiz bizi ayrı yönlere götürüyor.”
“Ben de,” dedi kız, “kendi yolumuzda birlikte yürüyemediğimize üzülüyorum.”
İkisi sevgilerini kalplerinde sıcacık taşıdılar ama aynı zamanda en yüce doğruyu dinlediler ve zıt yönlerdeki patikalarda yürüdüler.
Pek çok maceradan sonra, şafağa giden yolun dağı aşıp denize ulaştığını, alacakaranlığa giden yolun da denizi geçip dağa ulaştığını keşfettiler.
Aşıklar dağın diğer tarafında, denizin öteki kıyısında tekrar buluştular ve artık yolları birdi.”
(Meraklılar, Richard Bach, 4. Kitap, Monty ve Cheyenne)