Hayatlarımızın stabil olması için çok çalışıyor gibiyiz. Planlarımızı ve hedeflerimizi ortaya koyarken benliğimizi unutup daha iyisini yapmak için çabalıyoruz. Bunun için kendimize yorgun, bıkkın ve hiçbir şeyden keyif almayan bambaşka karakter yaratıyoruz. Bir yerden tanıdık gelen stabil hayatın ismi kapitalizm. Marx’a göre türsel öz bizi biz yapan algılayıştır. Yaratıcılığımızı algılamaktır. Bir şeyler üretirken kendi isteğimizle düşüncemizi, fikirlerimizi ve aklımızı kullanmaktır. Her insan farklıdır. Örgüt hâlinde, kendimizi ifade etmeden aynı üretkenliği yapmaya çalıştığımız an hoşnutsuzluk devreye giriyor ve sahte imajlar üretmeye başlıyoruz. Fabrikalardaki işçilerin aynı görevleri, memurların değişmeyen düzen içinde oturdukları masalar ve hatta yine beyaz yakalıların gittiği aynı kafeler. Sürekli kontrol edildiğini bilmek de insana yaptığı iş daha çok ağır geliyor. Gün geçtikçe kendine yabancılaşıyorsun. Yaptıklarının sonuçları artık mutluluk vermemeye başlıyor. Kendi kabuğuna çekilmekten başka seçeneğin kalmıyor ama bu basit yolu da başaramıyorsun. Çünkü gündem buna izin vermiyor.
Reklamlar ise ihtiyaçlarının dışındaki tüm gereçleri aldırmak için sana baskı uyguluyor. Biliyorlar ki daha önce aklının ucundan bile geçmeyen o ürünü elbet alacaksın yoksa iş yerindeki arkadaşların seni görmezden gelirler. Böylelikle sana zorla satılan ürünü alıyorsun. Almadan önce de gerek duymadın, aldıktan sonra da gerek duymuyorsun. Evinin bir köşesinde hiç kullanılmadan öylece duruyor. Yaşadığımız dünyada bir köşede öylece durup olanları izlediğimiz gibi. Yeryüzünde en acı tecrübelerden biridir kapitalizm. “Kendi elimizle yarattığımız bir canavar gibi.” Bu çarka engel olamasak da yavaşlatabiliriz. En azından değişime kendimizden başlayabiliriz. Süreklilik getiren işlerimizin saat dilimi dışında kendimize zaman ayırıp iç sesimizi rahatlıkla dinleyebiliriz. Gereksiz eşyalara bağlanmadan evlerimizi ve yaşam tarzlarımızı sadeleştirebiliriz. Yaşama zevkimizi güçlendirerek hayatımızı güzel hâle getirebiliriz.