Üzerine onlarca hatta yüzlerce kitap yazılan, film çekilen bir konu ile beraberiz, zamanda yolculuk. Yolculuğa başlamadan önce gideceğimiz yeri biraz tanıyalım. Zaman temel olarak içinde yaşadığımız evrenin 4. boyutu diyebiliriz. Şöyle ki bulunduğumuz yeri tarif edecek olursak, meridyenler ve paraleller ile koordinatımızı belirtiriz ve yerden yüksekliğimizi söyleriz. Buraya kadar 3 boyut tamam. Bir de üzerine bulunduğumuz tarihi ve saati eklersek 4. boyutu tamamlarız. En basit tanımıyla böyle söyleyebiliriz ancak işin içine yolculuk gibi bir kavramı eklediğimizde bu bilgiler bize yetmiyor. Zamanın hangi şartlarda nasıl “davrandığını”, zamanı etkileyip etkileyemeyeceğimizi ya da zaman algımızı kendi isteklerimiz doğrultusunda manipüle edip edemeyeceğimizi bilmemiz gerekir. Haliyle konu zaman olunca kaçınılmaz olarak karşımıza ışık çıkıyor.
Işık, boşlukta saniyede yaklaşık 300.000 km mesafe kateden foton kümesi. Peki zamanla ne ilgisi var? Işık bize geçmişi gösteren yegâne şeydir, ilgisi buradan gelmektedir. Güneşe her baktığımızda aslında Güneş’in 8 dakika önceki halini görmekteyiz. Kafalar yanmadan hemen açıklıyorum. Bir objeyi görebilmemiz için iki yol vardır. Ya objenin kendisi ışık yayar ve bu ışık gözümüze ulaşır ya da objeye bir ışık çarpar ve objeden yansıyan ışıklar gözümüze ulaşır. Görme bu şekilde gerçekleşir. Güneş ’den çıkan ışıklar Dünya’ya yaklaşık 8 dakikada ulaşır. Bir foton tanesi Güneş ’den çıktıktan 8 dakika sonra gözümüze ulaşır ve biz de Güneş’i görürüz. Foton ayrıldıktan sonra Güneş ve Dünya uzaydaki hareketlerine devam ederler. Foton gözümüze ulaştığında aslında biz Güneş’in o andaki yerini görürüz. Halbuki Güneş çoktan 8 dakika daha mesafe almıştır.
İşte ışık bu şekilde bize geçmişi gösterir. Yani aynadaki görüntümüze baktığımızda aslında o anlık görüntümüzü değil, o andan 1 nano veya pikosaniye önceki halimizi görürüz. Geçmişte yaşıyoruz desek yeridir. Bir örnek daha verirsek, Hubble teleskobu neden var ve James Webb teleskobu neden yörüngeye oturtulacak? Cevabı çok basit, geçmişi görmek için. Güneş’in 8 dakika önceki halini nasıl görüyorsak, bu teleskoplar da aynı mantıkla uzaklara bakmaya çalışıyor. Bir ışık ne kadar uzaktan geliyorsa o kadar geçmişten geliyor demektir. İşte bu teleskoplar çok çok uzaklardan ışık yakalayıp bizleri evrenin başlangıcına yani “Big Bang”e götürmeye çalışıyor. Yakaladığınız bir ışığı düşünün, belki de “Big Bang”den arda kalan bir ışık yakalayacağız ve bu şekilde evrenimizin oluşumunu izleyeceğiz. Tüyler ürpertici bir durum. Kâğıt üzerinde mümkün bir şey sadece günümüz teknolojisi bunun için yeterli değil. Ancak o günlerin de geleceğinden herkes emin.
Zaman manipülasyonunda ışığın bir de şöyle bir rolü var. Işık hızına ne kadar yaklaşırsak zaman bizim için o kadar yavaşlamaktadır. Bu ispatlanmıştır. İki senkronize atom saatinden birisi yeryüzünde bırakılmış, diğeri de bir uçağa konulup yüksek hızlara çıkarılmıştır. Uçak yere indiğinde, uçaktaki atom saatine göre daha az zaman geçmişti. Tabi bizim algımız bu kadar küçük farkları anlamak için yeterli değildir.
Bu yazımda atom saatleri ve zaman hakkında daha ayrıntılı bilgi vermiştim, ilgilenenler okuyabilirler:
Işığın zamandaki rolünü anladığımıza göre gelelim yolculuk yapmaya. Geleceğe gitmek gayet mümkün. Bir uzay aracına biniyoruz ve ışık hızına çok yakın hızlarda bir müddet seyahat ettikten sonra Dünya’ya geri geliyoruz. Çok hızlı hareket ettiğimiz için zaman, Dünya’dakine göre bizim için yavaşlıyor ve gelecekte buluyoruz kendimizi. Anlaşılır olması için sayılarla konuşalım. Uzay aracımıza bindik ve 10 yıl boyunca dolaştık diyelim. 2030 yılında geri döndüğümüzde Dünya’da 10 yıl geçmiş olacak yani herkes 10 yaşlanacak. Ancak bizim için belki 6 ay belki de 2 yıl geçmiş olacak. İşte geleceğe gitmek bu kadar basit. Tek ihtiyacımız olan şey ışık hızına yaklaşabilen bir uzay aracı.
Tamam ileri gittik, peki ya geri? İşte bu tamamen imkânsız diyebiliriz. Çünkü zaman bizim algımıza göre çizgi şeklinde sürekli ileri doğru giden bir boyuttur ve bu çizgide geçmişe gidemeyiz. Hadi bir yolunu bulduk ve geçmişe gittik. Yapacağımız eylemler bizim zamanımızı etkiler mi? Mesela girdiğimiz bir sınava tekrar girip tam puan alabiliriz veya sonuçlarını bildiğimiz maçlara bahis oynayarak zengin olabiliriz ve kendi zamanımıza geri döndüğümüzde çok farklı bir hayatımız olur. Ne kadar güzel değil mi? Maalesef ki öyle değil. Burada çoklu evrenler kuramı veya daha basit olarak paralel evrenler devreye giriyor. Kendi zaman çizgimiz üzerinden geçmişe gittik. Mesela Covid-19 salgınına sebep olan yarasa çorbasını, birisi içmeden aldık ve çöpe döktük diyelim. Böylece pandemiyi önlemiş olduk değil mi?
Şimdi kendi zamanımıza geri dönelim ve hiç salgın olmamış olsun. Yaz tatilimiz için mayo beğenelim ve Ege’ye mi yoksa Akdeniz’e mi gidelim onu tartışalım. Keşke böyle olsaydı ama geri döndüğümüzde bir şey değişmemiş olurdu. Ama biz o yarasa çorbasını çöpe döktük ve salgını önledik. İşte o çorbayı içerek salgını başlatacak olan insandan önce tabağa dokunduğumuz anda yeni bir zaman çizgisi yaratmış oluyoruz. Yeni bir paralel evren meydana geliyor. Kendi zaman çizgimizi değiştiremiyoruz. Oluşan bu paralel evrende salgın gerçekleşmiyor. Maalesef ki kendi zaman çizgimize geri döndüğümüzde hiçbir şey değişmemiş oluyor. Gittiğimiz geçmiş bizim geleceğimiz oluyor aslında, geçmişimiz değil. Avengers Endgame adlı filmdeki zaman yolcuğu da tam olarak böyle. Merakınız gitmediyse ve daha somut açıklamalar istiyorsanız, Youtube’da filmdeki zamanda yolculuğu anlatan videoları aratabilirsiniz.
Tek bir zerresini bile geri döndüremediğiniz, tek gerçek hazineniz olan zamanınızdan bir parça ayırıp yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.