” ölmeyi dilerdim bugün, tüm dertlerim üstüne çökmüşken. Ölmeyi dilerdim yalnızlığım arşa çıkmışken. İsterseniz korkak diyin bana isterseniz umursamaz ama bugün ölmeyi dilerdim.
Geride kalanlar ne kadar üzülürdü bana? Fark edilir miydi yokluğum? Varlığım farkedildi mi ki yokluğum edilsin. Bugün ölmeyi dilerdim.
Kaç gün ağlardınız arkamdan, kaç gün üzülürdünüz? Fazla değil bir aya unutulurum. Kendi acılarımdan kurtulmak için yapmalıyım bunu.
Yaşamın ne anlamı vardı, sevdiklerin yanında Yokken. Ne anlamı var? Kimse kendini suçlamasın ama ben bugün ölmeyi dilerdim.”
Delikanlı not defterine bunları yazdıktan sonra paltosunu giyip dışarı çıktı. Not defterini açık bir şekilde bıraktı. Ne telefonunu ne de cüzdanını almıştı. Hayatın maddi yükünden bir nebze de olsa kurtulmuştu.
İnsanları anlamakta her zaman güçlük çekti delikanlı ama anlamak için sürekli uğraştı. Düşüncelerini söylemekten hiçbir zaman çekinmedi, yalnızlık basamaklarını belki de böyle çıkmıştı. Hayalleri ve sevgisi herşeyden üstündü. Sevdikleri ile hayallerinin peşinden gitmek istiyordu ama hayatın bu kadar zorlu olduğunu bilmiyordu, aslında bilmemekte haklıydı çünkü hayat zor değildi zorlaştıran insanlardı.
Manevi değerlere değilde maddi değerlere sevgi veren insanlar. Resmi bir kurum uğruna onuru bile satan insanlar, geleceğini maddi yönden tasarlayan insanlar. İlk olarak kendi ailesi tarafından hor görülmeye başlandı, kibir büyük insanların silahıdır ne de olsa. Kendisini ve fikirlerini ne kadar ailseni anlattıysada anlayan olmadı. Delikanlıyı dinlemiyorlardı sadece duyuyorlardı, anlamıyorlardı. Söyleyeceklerini söyleyip içlerini rahatlatıp susuyorlardı. Bu olaylar delikanlıyı köreltmek yerine sivriltmişti.
Belki delikanlı birşeyleri anlayamıyor beceremiyor diye düşünebilirsiniz ama hayır! Kendi yöresinin ve kültürünün dışında farklı konuşan insanlar her zaman zor anlaşılır. Bu insan ailenizden biri ise asırlar da sürse anlaşılmayabilir.
Delikanlı bunu biliyordu ve yoluna tek gitmeye karar verdi. Öyle bir zaman geldi ki canından çok sevdiği insan ona yabancı olmuştu halbuki arkasındaki dağdı o. Delikanlının ilişkisinde ki detayları bilemem bilsem bile bizi ilgilendirmez. Eski bir atasözü derki “iki sevenin arasına tanrı bile girmez” evet tanrı girmemişti belki ama…
Delikanlının evinde sessiz sedasız haftalar geçti ve sonrasında aylar tek bir takırtı bile yoktu. Not aldığı gibi “varlığım fark edildimi ki yokluğum edilsin.” Dört ay sonra kapısı bir çilingir tarafından açıldı yakın saydığı bir arkadaşı tarafından. Arkadaşı delikanlıyı aramaktan çok kapımın önündeki masaya gözlerini dikti sanki buraya onun için geldiğini biliyordu. Masanın üzerindeki açık not defterini görür görmez eline aldı, kalbi o kadar hızlanmıştı ki bir sandalyeye oturma ihtiyacı duydu. İlk sayfayı okuduktan sonra sayfayı çevirdi ve dehşete kapıldı. ” Şehir mezarlığı artık benim evimdir…”
Delikanlının arkadaşı ailesine ve diğer tüm arkadaşlarına ( eğer varsa) haber etmişti. İlk kendisi mezarlığı ziyaret edip onun ismindeki mezar taşını bulmuştu. Doğruydu yazılanlar.
Delikanlının mezarında o kadar çok kişi vardı ki aralarından bir kaçını tanımadı bile. Uzun zamandır konuşmadığı ailesi, yarı yolda bırakan arkadaşları ve sevdiği kız da onların arasındaydı. Değer görmek için ölmek gerekiyordu gerçekten.
Mezar taşının üstünde, doğum ve ölüm yılı birde ismi yazıyordu. Güneş tepeye çıkmaya başlamış hava ısınmıştı. Birden mezar taşının üzerindeki yazılar dökülmeye başladı sanki yeni yazılar çıkıyordu bunu ilk fark eden yakın arkadaşı olmuştu “b-bakın!” Herkes birden mezar taşına odaklandı.
” gösterin o sahte ilginizi bana,. Söyleyeceğiniz her kelimeyi mezar taşım dinler. Mahsur kalmış sevginizi verin bana,. Göçen bedenimin ruhunda hala sizler.. alışkın değilim yukarıdan bakmaklara. Gömebileceğiniz kadar gömün beni derinlere. Karışmayın arkamdan atıp tutanlara. Uzun geceden sonra sağ kalan sizler…”
Herkesin eli mezar taşındaydı büyük bir saygı ve sevgi aktarımı yapıyorlardı sanki.
“anlamanız için ölmem gerekiyordu demek” dedi ağaçların ardına gizlenmiş delikanlı. Kendi mezarını ve gelen kişileri izliyordu. Kendini sevdiklerini artık biliyordu ve saygı duyuluyordu. Delikanlı bir kaç defa tekrar ederek “ölmem gerekiyordu demek” dedi. Üzüntünün verdiği hafif bir tebessüm vardı yüzünde ama artık sevildiğini biliyordu en azından sevgilerini gösterdiklerini görüyordu. Daha öncesinde sevgilerini göstermek için bir çaba da bulunmamışlardı.
Mezarlıkta bulunan herkes o geceyi o kadar uzun geçirmişti ki sanki güneş bir daha doğmayacak gibiydi. Delikanlı onlara karşı o kadar çok konuşmuştu ki, ama şuan mezarında sadece susuyordu veya onlar öyle sanıyordu, herkes susan bu adama sevgi ve saygı duyuyordu.
Susmak bazen konuşmaktan daha çok şey anlatır…
Delikanlının şuan tek merak ettiği bir ay sonra unutulacağı mıydı.
Okuduğunuz için teşekkür ederim 👋🏼☺️