8 Nisan 2020 tarihli yazım sahibine ulaşmış ve mükemmel bir cevap almıştır. O cevap Türkçe dahi değildi.
Bir insandan sevmediğimiz zaman veya alıştığımız zaman vazgeçmek kolaydır, birde severken vazgeçmek zorunda olduğunuzu düşünün. Özellikle severken vazgeçmek zorunda olan insanlara hitaben bloguma koyuyorum.
Ve işte buradayım: uçurumun kenarı… Hani bir hayalimden bahsetmiştim. Hatırlar mısınız? O hayalimdeki evin arkasındaki uçurum. Orada bıraktığım uçurtmalardan bahsedeceğim bugün de. Sonuncusundan başlayayım.
Nedenini bilmediğim bir şekilde kenarda duran, kılıfı bana oldukça tanıdık gelen bir uçurtmaydı. Ağlamaklı bir şekilde oturmuş, ona sarılıyordum. Uçmasını istemiyordum. Ne de olsa küçük bir el hareketinde uçup o eşsiz bucaksız semaya doğru yolculuğa çıkardı. Nereye gitmesiyle ilgilenmediğim ancak, benim yanımda kalması gereken bir objeydi. Ona sarılıp ağladım ama en nihayetinde onun da o bucaksız semaya süzülmesinden mahrum kalmaması gerektiğine karar kıldım. İpi çok emin ve sağlam bir şekilde yavaş yavaş elimde yuvarladım. En başta o da istediğini alıyordu, ben de. Yakınımdayken onun uçuşunu tam anlayamıyordum. Rüzgâr geliyor, direklerini titretip kumaşının dalgalanmasını sağlıyordu. Ama biraz savruk gibiydi. Onun daha güzel uçmasını istiyordum, eşi benzeri olmayan bir ahenkle rüzgârın yönlendirdiği yere uçmasını… Ve sıkıca tuttuğum ipi yavaş yavaş saldım. Daha yukarı çıktı. Artık güneşin o sıcaklığı arasında yanıp kavrulmasını işitiyordum. Onu öyle sevdim ben, kendimden fedakârlık yapa yapa… O uçurtmanın ben izin verene kadar elimden ayrılmayacağını sanıyordum, uçuruma da düşsem beni yukarıya doğru çıkartıp güneşin batışını izleteceğini…
Ama, olmadı. O fırtınada ipin sadece ucunu tutuyordum, en ucunu. Ona çok güvenmiştim. Beni bırakmayacağına emindim neredeyse. Ucunu tuttuğum ip o fırtınada elimden kaydı ve uçurtmam artık özgürdü. Dans edişine hayran olduğum, günden güne onunla çok uzun bir süre geçirmeyi planladığım uçurtmam artık yoktu. Kaydı, gitti avuçlarımın arasından. Ağlamama dayanamayan, benim yanımda olan uçurtmam gitmişti. O semada uzaklaşırken hıçkırıklara boğulan ben ve elimin ayasının içerisinde derin olmayan küçük bir sıyrıkla. Bilirsiniz, en çok da o küçük sıyrıklar canımızı yakar. İp kesiği de bundan farksızdı. İlk defa benim yanıma en acı zamanda gelen uçurtmam, bana zarar vermişti.
Uçurumdan beri hala onun gidişine gözümden bir damla süzülerek bakmaktayım. Elimde bıraktığı acı, yüreğimde oluşan o güven duygusunun parçalanışının dışa dönük kanıtıydı. Beni bir daha görmemek üzere gitti. Daha yatağıma gidip uyuyacaktı o. Daha beraber dans edecektik, gökyüzünden beni izleyecekti. Tepeden aşağıya sarkan güneşin yarattığı gölgemiz sevişecekti. Ancak bu kadar yakınımdayken uzaklaşmasını sindiremeyen beni, arkasında bırakıp çekip gitti. Hayallerimin mimarlarından biri olan o dört köşeli arkadaşım kayboldu. Ama buradayım, evimde. Biri giderdi, biri gelirdi. Evimden yoksun bir yerde beni çırılçıplak bırakacak olan uçurtmam, beni en güvendiğim yere, evime bırakıp gitti.
Mutlu sonların olmadığı bu yaşadığımız gezegende sahip olduğum her şeyin kıymetini bilmeliyim. Siz de öyle. O hayatınız pahasına peşinden gitmeye karar verdiğiniz uçurtmanız bile size verilen kıymetli bir hediye olmaktan öte geçip, hayatınızda boşluğa sebebiyet verebilecek bir unsur olabilir. Güvenmeyin demem, diyemem. Ama size tavsiyem, onları utandıracak kadar çok güvenin. O kadar güvenin ki sizi terk ettiklerinde bile, o güven hissiyatından yoksun bir halde hayatlarına devam etmek zorunda kalsınlar. An be an bu eksikle hayatlarına devam etsinler. Bırakın uçsunlar uçurtmalarınız. Bırakın özgürce uzayın derinliklerine yolculuğa çıksınlar. Şunu hatırlayın: her şeyden kaçabilirler, isterlerse uzaya gitsinler, ama kendi anılarından kaçamazlar. Bir uçurtma olmak her ne kadar özgürlüğün dorukları gibi gözükse de hiçbirimiz özgür değiliz.
UNUTMAYIN!
Beril İpek Erdem
-O cevap; ”By.”