İstanbul..
Bilmem kaç şiire açmışsındır koynunu, bilmem acaba kaç aşığın miladısındır yeryüzünde. Issız, hırslı, sönük ,heyecanlı, imkansız, destansı ve sıradan kim bilir kaç aşk doğup ölmüştür sinende. Kendini sevdirmek zor iş değil İstanbul, masmavi denizinle mahkum edersin gözleri, gökyüzüne uzanan Galata’yla esir ve sulara meydan okuyan kız kulesiyle hayran bırakırsın. Sen ihtişamını kalplerine kazırsın tutsaklarının teker teker işlersin silinmez nakışını. Düşmanın varsa acizdir , heybetine kafa tutanı ezer geçersin.
Dostluğuna sadık olanı benliğine katarsın. Ey İstanbul, uğruna yazılan methiyelerden değil bu satırlar, şanını tasdikleyen sadırlardan değil bu kez karşında ki. Çünkü harabelerini bilirim ben senin, sessiz sokaklarında olanları ve kimsesiz kalanları gece vaktinde. Bağrında ki zulmü duyarım, inleyen mazlumların ahları senin değil benim yüreğimi parçalar. Akşamın bahar gibi şenlik saçarken fizana, ben kesende ki ziyanı sezerim her vakit. Yakınan kaldırımını ve şahsınla anılan acıları işitirim, sen uyuttuğunda hayranlarını. Kimsenin açık etmediği sırlarını yüzüne vurursam eğer , bilirim vurulacağımı bir gün tek kurşunla; kah senden gelen kah seveninden. Söyle İstanbul seninle aramda kalsa bu sır ve haykırsam her zerre toprağına, açık eder misin beni efkarı umumuna ?
Fevkalade histir seni sevmek İstanbul, çünkü seni seven alimdir , seni seven aşıktır aynı zamanda. Ve yalnızca seni dinler şairler gözleri kapalı. Ben sana kapamam gözlerimi ey İstanbul ? Alınma bana lakin, sana gözlerini kapamak ateşe atmak gibidir kendini, belirsiz değil muhakkak bir tehlikedir. Şimdi burada itiraf ediyorum kimsenin huzurunda değil yalnızca senin karşında yapıyorum bu itirafı ; beni kandıramadı ihtişamın ve heybetli duruşun esir alamadı, ne sana ne toprağına vurulmadım asla, ben bana hatırlattıklarını sevdim daima, ve bağlılığım yalnızca sende bıraktığım anılara.