YALNIZLIĞIN RİTMİ-3-
Ayakta dikildiğim mutfak kapısına teyzem arkasını dönmüştü. Dizlerinin üstünde etrafa saçılmış karnıyarık parçalarını ve tabaktan arda kalanları toplamaya başladı. Durduğum yerden, teyzemin aşağı yukarı titreyen omuzlarından ağladığını anlayabiliyordum. Kollarımı göğsümde bağlayıp ayakta dikilirken korku filmin karesinde gibi hissediyordum. Çünkü sabahtan beri yaşadığım her sahne bir öncekinden daha gizemli olduğu kadar katilin peşinde dolaşan, iz bulmaya çalışan komiser görevim devam ediyordu.
Oysa bu sabaha kadar alıştığım bir hayatım vardı. Gayet düz, basit, kendi açımdan anlaşılır. Küçük bir dünya. Kardeşim, dostum dediğim Leyla ve ailesi, teyzem, klinikteki hastalarım etrafında dönen bir hayattı. Hayatımda olağan üstü hal olmasaydı teyzemin itina ile temizlediği karnıyarığı mutlulukla, huzurla midem yiyecekti. En sevdiğim yemek bile bu akşam beni seçmemişti.
Bu sabah her şey alt üst oldu. Herkesin fikirlerini tetikleyen, düşüncelerinin yer değiştirmesini sağlayan, ruhun travması için hiç beklemediği kişinin ansızın çıkması yeterlidir. Bu kişinin tek bir sözünün, davranışının, yaptığı küçük bir hareketi sayesinde kafa karışıklığı oluşmaması imkansızdır. Mesleğim gereği bana gelen hastalardan iyi biliyordum. Bildiğim şey şimdi başıma geldi. Şimdi kendime çözüm bulmak zorundaydım.
Ne Kerime Hanımmış yahu!!!Kadın bir gelmişti cümleleri ile pir gitmişti. Beni tetikleyen cümleleriydi. Kerime Hanımın saçlarını her duştan sonra kurutması, akşamları saçlarını okşayarak uyutması, bir dediğini iki etmemesini söylemesi tüm domino taşlarını yerinden etmeye yetmişti. İlk aşkı babası olan kız çocuklarının en çok istedikleri, hayal ettikleri sevgiyi o kadına vermesi beni hırslandırdığı kesindi. Hatta içimde uyuttuğum, unutmaya çalıştığım cevapsız kalmış sorularımın peşine düşmem için Kerime hanım resmen beni tetiklemişti.
Sabah yanıma tedirgin, çekingen, ellerini nereye koyacağını bilemeyen kadın annemin tokasının aynısını masamın üstüne bilinçli koyduğundan emindim. Kendince kararınca, o taraklı toka söylediklerinin doğruluğunun kanıtı idi. Yalnızlığın ritmi anneme aşkının simgesi, çocuğunun doğum hediyesi olarak verdiği tokanın aynısını kendine hiç çocuk vermemiş kadına neden yaptırtmıştı? Dahası bu kadın taraklı tokayı masama üstün koyarken gözlerimin içine hesap sorar gibi neden bakmıştı? Kocası öldüğünde gayri meşru bir kızı olduğu için aldatıldığını düşünen kadın neden bu kız çocuğunu bulmak ister ki? Bu kadında beni rahatsız eden bir şeyler vardı ama neydi şimdilik hiçbir fikrim yoktu. Hayallerimi çalan bu kadının öfkesinin mi yoksa benim öfkemin mi yeneceğini zamanla görecektim.
Tilkilerin kuyrukları sorularımın engellerine takılarak birbirlerine değmemeyi başardılar. Teyzem yeri pir pak yapmaya çalışırken, dizlerinin üstünden bir milim şaşmadı. Tek değişikliğin ağlamasının hıçkırığa dönüştüğünü nihayetinde fark etmemdi.
Daha fazla dayanamadım yanına çömelip omuzlarından tuttum. “Tamam. Sakin ol teyzeciğim. Kerime ismini söylediğim gibi tuhaf davranmaya başladın. Sana bir şey mi hatırlattı?” Az önce bana ait tüm duygularımı bir taraf ettim. Mesleki deformasyonumun altına şemsiye gibi saklanıp teyzemin ne işler çevirdiğini öğrenmem gerekiyordu.
Ellerimin arasında duran omuzlarını silkeleyip banyoya on adımda ulaşması gereken teyzem, iki adımda ulaştı. Ben engellemeye çalışana kadar kendini banyoya kilitlemişti. Gerçi ben teyzemin kendisini banyoya kilitlemesine şaşırıyor muydum? Tabi ki hayır. Teyzem ne zaman köşeye sıkışsa az önce olduğu gibi eli ayağı titrer ve ölü kadar soğuk olurlar. Sahnenin finali hep kilitli banyoda biter. İşte tam finaldeyiz ama musluk sesi aramıza girdi. Mahcubiyeti örtme ihtiyacı bu olsa gerekti. Kendi kendime gülümsedim. Teyzem minyon tipine uygun çocuk ruhunu hiç bırakamadı.
Bir altmışlık boyumdan hep şikayetçi olmama rağmen ilk defa şükrediyorum. Yoga yapmanın verdiği esneklikle bacaklarımı bağdaş pozisyonuna getirip teyzem ile iletişime geçmek adına banyonun kirişine oturdum.
“Teyze sen ne yapmış olursan ol canımsın, kanımsın. Eminim ki beni düşündüğün içindir. Ben çocukluğumdan beri dört kanatlı masal kuşu olduğumuzu düşünürdüm. İlk kanadımız koptuğunda anneannemi yolcu ettik, sonra ikinci kanadımız annem koptu ve dört kanatlı masal kuşundan iki kanatlı sıradan kuşlara döndük. Ama bana yardımcı olman lazım canımın içi. Böyle kendini banyoya kilitleyerek olmaz. Suçlu aramadan yüzleşmemiz gerek.”
Gerçeklere tuz biber niyetine birazda ruhuna dokunan kısa ve öz konuştum. Ne kadar başarılı olduğumu teyzeme zaman verirsem görecektim. Teyzem eninde sonunda banyodan çıktığında sakince kendisini dinlemek istiyordum. Bunun içinde önce ben sakin olmalıydım.
Umduğum belli müddet sonra gerçekleşti. Teyzem banyodan çıktı. Başı öne eğik, ellerini önünde kilitlemiş olarak bağdaş kurduğum kirişte yanıma oturdu. Dizlerini göğsüne doğru çekti. Kolları ile de dizlerini sardı. Gözlerime bakmadan söze girdi.
“Annenin son zamanları idi. Dördüncü evredeydi. Son dönemece girmişti ve giderek ağırlaşmıştı. O gün nöbet sırası bendeydi. Zaten tüm izin günlerimi de annene göre ayarlamıştım. Evde olduğumuz dönemdeydi. Ağrı kesici vurduğum anda annen tüm gece uyuyamadığı için ağrısı kesildiği gibi uyuyakalmıştı. Başucunda ki çekmecesine ilaçları yerleştirmek istedim. Elimi biraz dibe doğru götürdüğümde taraklı tokanın altında sararmış mektubu buldum. Taraklı toka bildiğim bir hediyeydi. Mektubu elime aldığımda ön kısmında kocaman Kızım yazıyordu. Arka tarafına baktığımda tanımadığım bir adres yazıyordu. El yazısı da annen ait değildi. Mektupta ki adresi telefonuma hemen kaydettim.”
Sustu. Yanımda oturduğundan beri ilk defa yaşlı gözlerle bana baktı. Bugüne kadar dört kanatlı kuşlar olarak hiç birbirimizi yalnız bırakmamıştık. Bir ekmeği dörde bölmeyi bilmiştik, dört kadın derdimizi ortak etmiştik, birbirimizin omzunda ağlamıştık. Yeri gelmişti acılarımızla dalga geçip gülmeyi bilmiştik. Ama bu sefer teyzemin gözyaşlarına ortak olamıyordum. Bu sefer olmuyordu. Birbirimize sarılamayacak kadar duvarlar aramıza ilk defa örüldü. Teyzem kendisinin merhemi olup gözyaşlarını silip devam etti.
“Ölümünü hissetmiş gibi iki gün öncesinden seni yanına çağırmıştı. Odama giderken kulak misafiri olmuştum. Mektubu sana verirken babandan olduğunu söylemişti. Mektubu almamak için bayağı inat yapmıştın. Ama annen son ricası olduğunu söyleyince ikna olmuştun. Tabi ben biliyordum sende var olan baba eksikliğini, seni yalnızlığa bıraktığı için babana olan öfkeni. Annemin yani anneannenin ismini dahi öğrenemediğin baba kelimesini yasakladığı gün ruhunun nasıl acıdığını görmüştüm.”
Elim ile dur işareti yaptım. Bildiğim şeyleri anlatmasını istemiyordum. “Bu arada ben mektubu okudum. Ama mektupta çok boşluk vardı. Birinci boşluk kendini tanıtmamış. İsmini söylememiş. Annemi öven, kendini yerin bin kat dibine sokan adamın hayatını okudum. Aciz bir adam gördüm. Bir insan kızına özür mektubu yazarken neden kendini bu kadar kötü tanıtsın ki? Ayrıca annem ile aşkını kısa anlatmış. Kaçtıkları yerde neler yaşadılar? Bizi nasıl ve neden ansızın bıraktı? Sadece maddiyattan değildi eminim. Kerime Hanım’dan derin bahsetmemesine rağmen bu kadın bu sabah adamın şefkatinden neden bahsetti? Neyse teyze bu soruların cevaplarını bulmaya bu sabah itibari ile ant içtim. Sen bana asıl babamın ismini söyle ve Kerime Hanım beni bulmak için adresimi senden almayı nasıl becerdi?”
“Bülent.” deyip, yeniden sustu. Teyzemin gözleri benim duygu barındırmayan gözlerime bakarken utangaç çocuk misali dizlerini sardığı kollarını çözdü ve gözlerini ellerine dikti.
“Ayrıca baba kelimesi yasak olduğundan beri kod ismi yalnızlığın ritmi olarak koyduğunu biliyorum.”
“Nereden biliyorsun? Yani nasıl öğrendin”
“Bir gün evi toplarken sıra odana geldiğinde masanın çok dağınık olduğunu görmüştüm. Masanı toplarken edebiyat kitabın elimden kayıp düştüğünde içinden bir sürü küçük not kağıdı da aynı anda düşmüştü. Küçük not kağıtlarının sol üst köşesine farklı tarihler yazılmıştı ama üzerinde yazan aynıydı. Baba eşittir yalnızlığın ritmi. Hem de büyük harflerle yazmıştın.”
Aramızda yeniden sessizlik oldu. Çünkü her ikimiz de iyi biliyorduk ki babamın boşluğunu artık hiçbir şey dolduramayacaktı. Her şey için çok geçti ya da yeni başlıyordum. Teyzem geçmişle hesaplaşmasına yeniden mi geri dönerdi bilmiyorum ama araya girdim. Az önce ki sorumu yineledim. “Teyze Kerime Hanımı nasıl buldun ve senden adresimi almaya nasıl başardı?”
Teyzem ellerinden destek alarak oturduğu yerden kalktı. “Kahveye ihtiyacım var. Mutfağa geçelim mi? Burada üşüdüm.” Tamam anlamında başımı salladım.
Teyzem su ısıtıcısına yöneldiğinde, ben de pencerenin yanında bulunan masaya oturdum. Daha yarım saat önce huzurla yemek yiyeceğimizi zannettiğim yerdeydim. Teyzem tezgaha yaslanıp kahve suyunun ısınması bekliyordu. Sessizlik mutfağa yayılmışken az önce panik şekilde ağlayan kadından eser yoktu. Mani atak şekilde duygu geçişi yaşadığını düşünüp bu konu hakkında sesli hiçbir yorum yapmama kararı aldım. Kahvesi hazırlayıp yanıma oturdu. Yine gözlerimin içine bakmıyordu. Fincanını iki eli ile güç almak istercesine kavradı. Gözleri kahvenin dumanında idi.
“Her şey tesadüftü aslında. Annenin kırkı çıktıktan sonra mektubun üstünde bulunan adrese gittim. Bir gün mektubun izlerini takip adrese gitmeden önce ben gitmek istiyordum. Tüm amacım babana hesap sormaktı. Neden sizi terk etti? Kardeşlerin var mıydı? Neden sen doğduktan altı ay sonra anneni bizim yanımıza gönderdi? Ve daha bin tane soru. Adrese gittiğim de babanı bulamadım. Çünkü elli gün önce neredeyse annen ile arka arkaya ölmüşler.”
“Nasıl aşksa? Vuslatları öbür tarafa aynı anda rast gelmiş. Mektupta okuduklarıma göre babam azıcık zayıf karakterli olduğundan aşkı yarı yolda kalmış. O yüzden vuslat annemin yönünde murada ermiş desek daha doğru olur.”
Teyzem kahvesinden yudum alırken bende mutfak tezgahın üstünden kendime su doldurdum. Sinirden kuruyan dudaklarımı ıslattım. Bedenimi tezgaha yaslayıp teyzeme hadi devam et bakışım ile teyzem devam etti.
“Onun yerine babanın eski arkadaşı Yorgi Bey ve karısı Macide Hanım’ buldum. Kim olduğumu, nereden geldiğimi, neden geldiğimi kahve içerken anlattım. Macide Hanım biraz garipti. Korku filmlerinden çıkmış gibiydi. Sadece insanın göz bebeklerine bakıp, bela deyip duruyordu. Yorgi Bey çok sıcak. Sanki yıllardır tanışıyor gibiydik. Annenin onların pansiyonda kaldığı odayı göstermekle başladı. Babanın askerden dönüşünü beklerken nasıl duvara çeltik attığını anlattı. Hala duvarda duran çeltikleri gösterdi. Yorgi Bey annenin kaldığı odada, bütün hikayeyi en başından anlatırken Macide Hanımın gene ama bu sefer haykırarak, daha canı yanarmış gibi birkaç kere üst üste bela diye bağırdığını duyunca aşağıya restorana indik.”
“İnce, sıska, kuyruğu her daim dik tutan, hatta sadece kuyruğu değil başını da hiç eğmeyecek tavrı ile üstten bakışları eşliğinde sahnede Kerime Hanım belirdi dimi?”
“Aynen nereden bildin?”
“Ben o kadında tek bir şeyi çözdüm o da beklenmedik, en uç sürprizleri sevdiği. Orada ne işi varmış peki?”
“O balıkçı beldesinde yaşıyormuş. Yorgi Bey tanıştırırken söyledi. Ve tabi benim kim olduğumu Kerime Hanıma anlattıktan sonra Kerime Hanımın da babanın nikahlı eşi olduğunu bana kinayeli ses tonu ile belirtti. Ama ne zaman Kerime Hanım geldi, Yorgi Bey değişti. Sıcaklığını, samimiyetini kaybedip gayet resmi bir adam halini almıştı. Bir saniye bile aynı havayı bizle solumak istemiyormuş gibi koşar adım gitti.”
Teyzeme olduğum yerden boş gözlerle baktım. Tilkiler beynimin içinde boş durmuyordu. Yıllardır gerçekten saf olduğuna mı bizi inandırmıştı? Yoksa saf taklidimi yapmıştı? Ya da şu anda bana boş şeyler anlatıp kendini sıyırmaya mı çalışıyordu?
“Teyze beldeye girdiğin gibi adresi nasıl buldun? Birilerine adresi sormuşsundur muhakkak dimi?”
“Aaa!! Evet sordum tabi ki. Bu balıkçı beldesine girmek için surlardan geçiyorsun Tam sol tarafında muhtarlık var. Zaten muhtar kapıda meraklı gözlerle etrafa bakan bir adam. Bende muhatara sordum.”
Kerime Hanıma haber uçmuş hem de muhtar tarafından bu kısım tamamdı. “Eeee!!Sonra Kerime Hanım ile tanıştınız o kısmı da anladık. Hoş sohbet. Sonra konu bana nasıl geldi acaba? Ve sen nasıl verdin benim adresimi bu kadına?”
Teyzem gözlerime bakamıyordu. Gerçi konuşma boyunca da gözlerini kahve fincanını sımsıkı tutan iki elinden ayırmamıştı. “Kerime Hanım konuşmamızın ortasında bir anda ellerimi tuttu. Gözleri yaşla doldu. Bizim hiç çocuğumuz olmadı Bülent’in son hatırasına sahip çıkmak isterim. Görmek isterim deyince…”
“Ve sende inandın adresimi verdin.” dedim, sesimi yükselterek. Teyzem yeniden gözyaşlarına boğulmak üzereydi. “Yok ağlama iyice sinirim bozuluyor. Ama o kadın annemde olan taraklı tokanın aynısını gözüme bilerek soktu. Gayet bilinçli bir şekilde Bülent Bey’in bizim yerimize Onu seçtiğini, kendisine olan ilgisinden bahsederken belirtti. Sonra kaçar gibi gitti. Ve bu kadın neden? Niçin? Bana bu kadar kin ile beslenmişti ki kucağıma bomba bırakıp gitti. Hem de nazikçe.”
Konuşurken benim sesim yükseldikçe teyzemin gözyaşları durmuyordu. Sesi titreyerek, “Bilmiyorum.” dedi.
Yükselen ses tonuma ayar vererek biraz daha alçalttım. “Bende bilmiyorum. Uyuyan yılanı uyandırdı. Bir tek bunu biliyorum. Annem babasız bir çocuk büyütürken, hayatın tüm zorluklarına göğüs gererken, birde inandığı aşkı kendisine sahip çıkmazken, bu adam resmen yeniden hayat kurmuş. Şimdi hesap zamanı teyze. Herkesle ödeşme vakti.” deyip, boş su bardağını sertçe tezgaha koyup mutfaktan çıktığımda teyzemin ayak seslerini arkamdan duyabiliyordum.
Odamda üç bölmeli aynalı dolabımın içinden valizimi çıkartmaya çalışırken bir yandan söyleniyordum. “Ah teyze ah!!!Safsın saf. Sanki bir halt vardı adrese gittin. Belki kadın bilerek bizi oraya çekmeye çalışıyor. Belki bu mektubu Bülent Bey bile yazmadı. Ama yazmadıysa annemden çok Kerime Hanım’dan bahsetmesi gerekmez miydi? Ya da insan yıllardır görmediği kızına yazdığı mektupta çaresizliğine, acizliğine, karakterinin zayıflığına bu kadar vurgu yapar mı yahu? Bu kadar salak mıydı bu adam? Bak gene tilkilerin kuyrukları değmiyor. Bu tilkiler ortaya çıktı mı kendime sinir oluyorum.” Kendi kendime söylenmem sırasında dolabın yarısını valize gelişi güzel yerleştirdiğimi son anda teyzemin sesi ile fark ettim.
“Beni bir başıma bırakıp nereye gidiyorsun?”
“Teyze büyüdün artık. Tek kalabilirsin. Ve sorularımın cevabını almadan geri dönmeyeceğim. Dedim ya Kerime Hanım uyuyan yılanı uyandırdı. Ne yapmaya çalıştıysa ters tepiyor şu anda. Adrese gidip sorularımın cevabını alacağım. Almadan da geri dönmeyeceğim. Yarın yola çıkma vakti.”
“Hadi beni geç. İşlerin ne olacak? Senin tüm hayatın klinik, hastaların. Sen demez misin hep hastalarımın derdine merhem oldukça deva buluyorum diye.”
“Şimdi sözlüğüme yeni bir cümle ekliyorum teyze. Geçmişini bilmeyen geleceğini kuramaz.”
Valizimin ağzını kapayıp sabah için hazır hale geldiğine emin olduktan sonra odamın köşesine koydum. Sırt çantama da diğer özel eşyalarımı yerleştirmek için davrandığımda teyzem odamın ortasına geldi.
“Bir şey söylemem gerekiyor. Gizli saklı kalmasın. Söylemezsem iyice kötü hissedeceğim kendimi.”
“Daha ne var teyze? Zaten hayatımın altı ve üstü yer değiştirecek kadar bilgi edindim. Daha fazlası bünyeme ağır gelebilir.”
Odanın ortasında teyzemle yüz yüze geldik. “Dönünce Nur’u aradım. Kerime Hanım diye birisi randevu için ararsa muhakkak ne yapıp edip seninle görüştürmesi gerektiğini, meselenin ölüm kalım meselesini olduğunu bildirmiştim. Senin kuralların var biliyorum. Hastaların ne geç gelmeli randevularına ne de erken. Yoksa başka güne erteliyorsun.”
“Evet doğru. Çünkü hiçbir şey ne geç ne erken olmalı. Her şey tam zamanında yaşanmalı. Yoksa benim gibi bin bir soru ve sorunla otuz yaşına gelmiş biri olarak böyle ortada kalıveriyorsun. Keşke iş hayatımda olduğum kadar özel hayatımda da kurallarım net olsaydı.” deyip sustum, sırt çantama geri döndüm. Zaten Nur’un hal ve hareketlerinde sabahtan beri tuhaflık olduğunu anlamıştım sebebini de duymak rahatlatmadı. Arkamdan iş çevirenlerin sayısı teyzemden sonra iki etti.
Sinirle sırt çantamı kapamaya çalışırken, teyzem elimi tuttu. “Nur’a kızma ne olur!!!”
Bıyık altından güldüm. “Teyze ben doğduğum günden beri sırtımdan vurulmuşum zaten. Kader nasıl başlarsa öyle devam edermiş. Babam, teyzem, hayatında hep destek olduğum yardımcım Nur. Bakalım sırada daha kimler var?” Teyzemin elini elimle hafifçe ittim. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan, “Ben bu yüzden asla ciddi ilişki yaşayamadım. Ciddi ilişkiyi bırak aşkın tadını bilmiyorum. Ve çoğu zaman kalbi kırk insanlara yardım etmeye çalışıyorum. Ne tuhaf dimi teyze? Tadını bilmediğin bir yemeğin tarifini vermek gibi bir şey. Akıllara zarar.”
Teyzem az önce suç işlemiş yaramaz çocuk gibi başını önüne eğdi. “Nur’a çok kızma olur mu? Suç benim.”
“Teyze uyumam lazım. Yarın yolculuk vakti. Ve inan ne sana, ne Nur’a, ne babama kızacak durumda değilim. Şu an geçmişimin izlerine ait soruları çözmeden gelecek ile ilgili bir şey düşünmek istemiyorum. Yarın hafta sonu ve büyük ihtimalle sen uykudayken çıkmış olurum. Ne zaman dönerim bilmiyorum. Arada telefonlaşırız.”
“Klinik ne olacak? Hastaların ile kim ilgilenecek?”
“İş ilişkilerim Leyla ile konuşacağım bir durum. Kendine iyi bak.” Çok uzatmak istemiyordum. Yeterince uzamıştı. Kısa kesmenin en iyi yolu kendine iyi bak demekti. Teyzem odamın kapısını usulca kapatıp çıktı.
Leyla’ya gittiğimi bildirmek için şimdi mi mesaj çekmeliydim yoksa yarın sabahı mı beklemeliydim? Kestiremiyordum. Saatime baktığımda on olmuştu. Aslında Leyla oğluna masal okuyup çoktan uyutmuş ve yanında sızmış olabilirdi. Ama kararsızlık savaşımın neticesinde yarın otobüse bindiğimde Leyla’ya mesaj çekmek kazandı.
Uyumak için çok çabalıyordum. Ne sağ tarafım ne sol tarafım uykuyu kabulleniyordu. Sağ ve sol tarafım yeni tilkileri çağırıyordu. Şimdi ben babamın kim olduğunu mu merak ediyordum? Yoksa nasıl karaktere sahip olduğunu mu merak ediyordum? Acaba Kerime Hanımın gördüğü şefkati ben göremediğim için hırsım uğruna mı bir mektubun peşinden gidiyordum? En önemli soru Kerime Hanım neden bana ulaşmak istemişti ki? Bu son sorunun birinci sırada hedefim olarak yerini aldığı kesindi.
İki saat anca uyuduğum yatağımdan sabah ezanı ile kalktım. Hala uyuyan teyzemi kapısı açık yatak odasının girişinde seyrettim. Şu anda teyzeme karşı ne hissediyordum bilmiyorum. Hatta çocukluğumun, genç kızlığımın, bugünlerime ait hatıraları ile dolu bu eve o kadar bağlıydım ki ama şu an bu ev beni boğuyordu. Aidiyet duygusunu geliştirdiğim işim, evim, ailem kim, ne varsa bana yabancıydı. Çünkü ben içimdeki boşluğu doldurmadıkça, sorularıma cevap bulamadıkça yabancılık duygum hiç bitmeyecekti.
Son iş termosa doldurduğum kahvemi de sırt çantamın yan cebine koydum. Çek çekli valizim ile geçmişe yolculuğa hazırdım. Geçmişe yolculuk kahve olmadan asla düşünülemezdi. Hayatımın merkezi kahveydi. Günde üç öğün yemek yerine kahve verseler hayır demezdim.
Otogarda otobüsün hareket zamanına yarım saat vardı. Valizlerimi teslim ettim. Kahvemi sırt çantamdan çıkarttım. Hareket edecek otobüsümün karşısında bulunan banka oturdum. Kasımın soğuğuna poyraz eşlik ediyordu. Ahmak ıslatan yağmura gözlerim kapalı ruhum ile beraber eşlik etmek istedim. Bir anda Leyla aklıma geldi. Kolumda bulunan saate baktığımda, sabahın yedi buçuğuna adımlarını attığını gördüm. Leyla’yı kaçta ararsam arayayım asla sorun olmazdı. Bizim kardeşliğimiz böyleydi.
Siyah deri ceketimin cebinden telefonumu çıkardım. Leyla’yı tuşladım. Uykulu ses tonu ile telefonu açtı. “Alo Mine iyi misin?”
Leyla başucunda bulunan saate bakınca kesin şok yaşamıştır. Hafta sonu erken kalkmayacağımı iyi bilirdi. Benim için hafta sonları eşittir öğlene kadar deliksiz uyku demekti benim için.
“İyiyim Leyla. Öncelikle dün sabah Kerime Hanımın gelişinin sen ile ilgisi olduğunu sandığım için çok ama çok özür dilerim. Kadının hayatta özlem çektiğim ne varsa yaşamış olduğunu anlatması sağlıklı düşünmemi yavaşlattı.”
“Saçmalama. Her şey çok zor şu an senin için. Kardeşler arasında olur böyle şeyler. Unutulur. Gider.” Yanından Ali’nin sesini duyuyorum. “Kim o telefonda ki Leyla?”, “Mine sen uyu ben dışarıda konuşup geleceğim.”, “Tamam.”
“Ya özür dilerim Ali’i de uyandı. İyi bir küfür sallamıştır içinden.”
Leyla kısık ses tonu ile konuşmaya başlamadan önce güldüğünü duydum. “Ya sen şimdi boş ver Ali’i. Klinikten çıktığından beri konuşamadık. Ben de pek rahatsız etmek istemedim. Kendin ile yalnız kalmak istersin diye düşündüm. Mektubu okudun mu?”
“Okudum. Yazan kişi babam güya ama ismini bile belirtmemiş. Teyzemden kim olduğunu öğrendim.”
“Nasıl teyzenden öğrendin? Teyzen ne alaka kuzum?”
“Şöyle ki Kerime Hanımı bulan, adresi veren teyzem imiş.”
“Ne diyorsun sen Mine ciddi misin?” Olup biteni, mektupta yazanları, teyzem ile konuştuklarımızı anlattım. Anlatırken Nur’u alet ettiğini es geçmedim.
“O zaman bugün kesin buluşuyoruz Mine.”
“Buluşamayız Leyla.”
“Neden?”
“Çünkü ben gidiyorum. Asıl bunun için bu kadar erken aradım. Dünde gerçekleri öğrendiğimde seni aramak için saat geç olmuştu. Mektubun üstünde bulunan adrese gittiğimi haber vermek istemedim.”
“Sen zaten babanın karakterini öğrenmişsin. Adam resmen korkak çıkmış. Ne anneni ne seni koruyamamış. Gitmiş üstelik ailesinin onayladığı bir evlilik yapmış. Affedersin ama oraya gittiğinde daha ne duymak istiyorsun?”
“Aslında Bülent Bey hakkında ne duyarım bilmiyorum. Daha farklı bir şey duyar mıyım onu da bilmiyorum. Ama karısının adamın öldüğü zaman beni bir şekilde öğrenmesini ihanet olarak kabul edip, özlem duyduğum şefkati kendisine verdiğini ballandırarak anlatması normal mi sence? Neden bir kadın kocasının gayri meşru kızının ayağına gelsin ki? Belki de annem öldüğünden beri üç aydır haklıydın Leyla. Geçmişimi halı altına saklamamam için hep teşvik ettin. Ben yapmadım. Hazır değildim. Artık hazırım. Özellikle meydan okuduğunu hissettiğim Kerime Hanım fitili ateşledi.”
Leyla kısa bir kahkaha attı. “Vay be!!! İn midir? Cin midir? Belli olmayan Kerime Hanım, benim yapamadığımı yaptı desene.”
Bende kısa bir kahkaha attım. “Her şerde bir hayır vardır. Otobüs kalkmak üzere. Son çağrı yapıldı. Leyla. Klinik ve hastalarım sana emanet. Hastalara benim adıma bir bahane bul lütfen. Ne kadar kalacağımı bilmiyorum. Ama duruma göre planlama yaparız.”
“Canım senin aklın burada kalamasın. Hem klinik, hem hastaların hem de teyzen ile ilgilenirim. Sen yeni bir sayfa açmak için eski sayfalarını temize çekmeden gelme. Beni de sıkça ara.”
“Söz. Arayıp raporlarımı aksatmam. Görüşürüz kuzum.”
“Görüşürüz kuzum.”
Leyla’ya herkesi, her şey mi emanet ederken teyzemi emanet etmedim, edemedim. Aklıma bile gelmedi. Leyla, teyzemi kendiliğinden emanet aldı. Bu zamana kadar kemikleşmiş aile yapımız ihanete uğradığımı düşünmemle alt üst olmuştu. Kimdim? Benim nefret ettiğim huylarım kime aitti? En sevdiğim yemeğin sebebi kim? Kafamda ki tilkilerin sebebini yaratan suçlu nerede?
Otobüs hareket ettiğinden beri, başım cam ile bütünleşti. Sırt çantamdan çıkarttığım sararmış mektup ile taraklı iki tokayı okşarken bir tanesini kırasım vardı. Çünkü bir tanesi Kerime Hanıma aitti. Sonra tekrar üçünü sırt çantama koydum. Annemin karnında başlayan hayatıma geri dönüyordum. Herkes başladığı yere muhakkak bir kerede olsa geri dönermiş. Kış güneşi yüzüme vurdukça uykusuzluğuma yenilip gözlerimi yumdum.
Omzuma dokunan bir el gözlerimi açmamı sağladı. Sisler arasından, gülümseyerek bakan, tanımadığım genç erkek yüzünü gördüm. “Abla Saray’a geldik. Şu köşeden gideceğin balıkçı beldesinin minibüslerine bineceksin.” Gözlerim birbirine yapışkanla yapıştırılmış gibi hissediyordum. Parmaklarımın yardımı ile açtım. Gösterdiği yöne doğru baktım. Tamam anlamında başımı salladım. Valizimi sırt çantamı aldığım gibi minibüs bekleyen diğer kalabalığın arasına karıştım. Beklemek düşünmenin can yoldaşı. Acaba annem de benim geldiğim yollardan mı gelmişti buralara? Yoksa Bülent Bey elleri ile mi arkadaşına ve eşine teslim etmişti? Teyzem ve anneannemi geride bırakmak ruhunu çok acıtmış mıydı? Yolda gelirken ağlamış mıydı? Sevdiği adamın çocuğunu doğurmak için her şeyi geride bırakmaya değdiğine inanıyor muydu? Düşündükçe benim tilkilerin sayıları artıp kuyrukları birbirine değmiyordu.
Nihayetinde gelmem gereken yere gelmiştim. Minibüsten indiğim gibi surları gördüm. Surların içinden geçtim. Mektubun üstünde yazan Yorgi pansiyonu bulmam gerekiyordu. Surları geçince sol tarafımda kırmızı levhanın üzerinde beyaz renkte kocaman muhtar yazıyordu. Teyzemin bahsettiği muhtar bu olmalıydı. Ne tuhaf!! Yıllar önce annem, sonra teyzem ve şimdi ben aynı yollardan farklı amaçlarla geçmiştik, geçiyoruz.
Muhtarlığın kapısını açmak üzereydim ki kapı aniden açıldı. Kasketli, yüzü sarı beyaz, düşük göz kapaklarının içinin beyazları gözükmeyecek şekilde dolduran koyu mavileri, benim su yeşili gözlerimle birleşince sanki şimşek çaktı. Üstümüze şiddetli sağanak yağdı. Tanıdık ama hayatı boyunca nefret ettiği birisini görmüş gibi uzunca baktı. Bende hep var olan, asla beni bırakmayan tükenmek bilmeyen inatçı ruhumun etkisi ile gözlerimi adamın gözlerinden çekmeden meydan okuyordum.
İlla birisinin lafa başlaması gerekiyordu. Ömür boyu bakışacak halimiz yoktu. İnadımı kırmaya hiç niyetim yoktu. Gözlerimi kaçırmadan ilk söze giren oldum.” Merhabalar. Buraların yabancısıyım. Bir yer soracaktım. Yorgi pansiyon.”
Gayet kinayeli bir şekilde siyah uzun çizmemden, önü açık kısa deri ceketimin içine giyindiğim pembe asimetrik kazağa kadar inceledi. Tepeden topladığım koyu siyah saçlarıma kısa süreli takıldı. Simsar gülümseme ile yine gözlerime kitlendi. “Kıyafetten buralara ait olmadığınız belli oluyor. Zaten biz turistik amaçlı gelen yabancıları kıyafetlerinden anlıyoruz. Kasım ayında, kışın ortasında sabahın onunda yabancı görmeye de alışık değiliz. Direkt düz git. Kahvehanenin karşısında ki sokaktan aşağıya doğru in. Sahile yakın restoranı olan pansiyon. Yorgi Bey’e muhtarın selamı var dersiniz.” dedi. Muhtar dükkanına girdi, bende yoluma doğru gittim.
Ağırdan gidiyordum. Yolum uzun değildi ama evleri seyrederek gitmek hoşuma gidiyordu. Tarihi salaşlığı gördüğüm iki, üç evden huzur ve mutluluk bana doğru sanki akıyordu. Rum evlerinde Selanik göçmenlerinin oturduğunu biliyordum. Çünkü dün akşam uyku tutmayınca balıkçı kasabasını derinlemesine netten incelemiştim. Aya Nikola Manastırı, Karaçam Ormanlarını merak ediyordum. Ama önce bilinmeyen geçmişime odaklanmam gerekiyordu.
Çek çekli valizim Arnavut kaldırımlarının yanı sıra tozlu yollarda bana eşlik ediyordu. Nihayet restoranın kapısındaydım. Derin nefes aldım. Restoranın üstünde olan üç katlı ahşap eve baktım. Sanki ben hep buraya aittim. Gözyaşlarım istemsizce akıyordu. Sonuçta burası benim doğduğum evdi. Annemin sevdiği adamı yani yalnızlığımın ritmini beklediği sığınağı idi.
Tam o sırada dikildiğim restoranın kapısı açıldı. Gözyaşlarımı sildim, kocaman yutkundum, valizimden güç almak için sımsıkı tuttum. “Buyurun küçük hanım kime bakmıştınız?” Karşımda beyaz pos bıyıklı, gülünce sol yanağında gamzesi çıkan, sımsıcak gülümsemesi, babacan tavrı ile tıknaz adama gülümsedim. “Yorgi Bey’e bakmıştım.”
“Benimdir. Buyur içeri gel bakalım küçük hanım.”
İkiletmeden içeri girdim. Babam mektubunda yazdığı gibi karakteri zayıf, ailesinin sığıntısı, kendi kurmak istediği aileyi koruyamayan birisi ise bu babacan adam ile nasıl sıkı dost oluyorlardı? Hiç anlamış değildim. Çünkü “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” diye bir söz var ki bence doğru. Leyla geldi aklıma çok farklıydık ama temel hayat görüşlerimiz aynı olduğu için yıllardır kardeştik, ortaktık, sırdaştık.
İçeri girdiğim gibi ortada bulunan, bir adam büyüklüğünde ki yuvarlak kuzineye yakın yere oturdum. Oturduğum yerden muhteşem deniz manzarası beni karşıladı. Denizi kucaklayan balıkçı teknelerinin selamladığı liman vardı. Balıkçıların daimi dostu, köşede göz kırpan deniz fenerinin sağ tarafında, beyaz üç katlı köşke benzer bayağı heybetli olduğunu buradan görebildiğim ev vardı. Sol tarafımda diğer gördüğüm ev ise burada bulunan Rum evlerinden farklıydı. Dört bir yanı camla kaplı kahverengi tek katlı dikdörtgen bir yapıya sahipti. İki evde ayrı ruha sahipti tek ortak yanları denize sıfır konumda olmalarıydı.
Yorgi Bey nereye baktığımı anlamış gibi oturduğum masanın başında durdu. “Sağ tarafta ki ev Kerime Hanımın, sol tarafta ki ise avukat Orhan Bey’in. Biz balık restoranı ama kahvaltı da veriyoruz. Açsanız hemen hanıma hazırlatayım. Her ürünü kendimiz yapıyoruz. Şimdikilerin deyimi ile organik.”
Kerime Hanımın evi mi? Demek burada yaşıyor. Ne alaka yahu? İyice kafam karıştı? Annemi yollayıp yalnızlığımın ritmi ile mi evlendi? Evine bakılacak olursa zengin bir kadın. Benim yalnızlığımın ritminin yazdığı mektuptan anladığım kadarı ile maddi durumu gayet iyiydi. Demek ki para parayı çekmişti. Orta direkt annemi el birliği ile mi yollamışlardı buradan? “Tilkiler kuyrukları da alın çekin gidin” dediğim gibi gözlerimi sahilden ve iki evden ayırıp başımda dikilen Yorgi Bey’e gülümseyerek baktım. “ Ben kahvaltı etmeyi sevmem ama bir kahvenizi alırsam fena olmaz.”
“Tabi ki küçük hanım kuzine de kahve harika olur.” deyip, mutfak sandığım yere doğru içeri girdi. Bir kişi gittiler iki kişi geldiler. Yorgi’nin yanında bir kadın vardı. Taş çatlasın kırk kilo olan, kar düşmüş uzun saçlarını arkadan toplamış, cezveyi tuttuğu parmakları göze çarpacak kadar incecik, kemikliydi. Bol bir kadife pantolonunun üstüne, balıkçı kazak giyinmişti. Ama en dikkat çekici olan sarı, plastik balıkçı çizmeleri idi. Kahve dolu olan cezveyi kuzinenin üstüne bıraktığı gibi bana yaklaştı. Resmen bir anda burun buruna geldik. İri kahverengi gözlerini iyice açarak aynı muhtarın yaptığı gibi gözlerini gözlerime dikerek, “Bela!!Bela!!!” deyip restorandan çıktı.
Yorgi Bey yanıma yaklaşarak, “Özür dilerim küçük hanım. Oğlumuz öldüğünden beri eşim bu durumda. Kaderin bize sunduğunu kabul edemedi.” dedi, elleri önünde boynu büküktü.
“Hayır özür dilemenize gerek yok. Üzüldüm. Merak etmeyin yadırgamadım. Ben psikoloğum. Sorun yok.” Yorgi Bey cevap vermedi. Kuzinenin üstünde hazır olmak üzere olan kahvenin başına gitti. Kahve hazır olunca çini desenli orta büyüklükte kahve fincanına doldurduğu gibi masama bıraktığında, “Yorgi Bey aslında ben sizin için geldim. Böyle bir anda konuya girdim. Aceleci davrandım ama ben hayatta çok vakit kaybedenlerden oldum. Kusura bakmayın. Ben kahvemi içerken bana sohbetiniz ile eşlik ederseniz çok sevinirim.”
Yorgi Bey isteğimi kırmadan tam karşıma oturdu.“Benim için mi geldiniz?” dedi şaşkınlıkla.
“Evet sizin için geldim. Ben size kendimi tanıtmadım. Benim ismim Mine. Hatta bundan üç ay önce kadar teyzem gelmiş. Sohbet etmişsiniz annem hakkında. Ama kendi hikayemi kulaklarım ile duymak, gözlerim ile görmek için ihtiyacım var. Hikayem beni tatmin edene kadar kalmak niyetindeyim. Tabi sizin için sakıncası yoksa.”
İri siyah gözleri yaşla doldu. Akmamak için direniyordu. “Üç ay önce gelen teyzen idi demek. Kardeşim Bülent. Bülent’in kızı Mine’sin. Yıllar sonra inanılır gibi değil. Bülent’in hatırası karşımda olması ne büyük mucize. Sen bu evin kızısın. İstediğin kadar kalabilirsin.”
“Teşekkür ederim. Sonuçta hikayemin en yakın tanığı sizsiniz.” dediğim gibi elini tuttum. Boş kalan diğer eli ile Yorgi Bey diğer elimi sıkıca tuttu. Biriken gözyaşları içinde sıcak gülümsemesi pos bıyıklarının arasına yayıldı.
Belli müddet sonra sırt çantamdan taraklı tokanın teki ile mektubu çıkartıp masanın üstüne koydum. Bir erkeğe göre tombul, kısa parmakları ile mektubu eline aldı, tokayı avuçladı. Gözlerini kapadı gözyaşlarını hapis ettiği yerden serbest bıraktı. Gözlerini yeniden açtı. Yaşlı gözleri tokaya tanıdık bakıyordu ama mektup sanki ona yabancıydı. Adresin yazılı olduğu yazıya çok dikkatli baktıktan sonra mektubu bana uzatıp ayağa kalkıp yanıma geldi. Kollarını açtı. Bende gözyaşlarımın eşliğinde açtığı kollara sığınıp, başımı omzuna koymaktan hiç çekinmedim. Avuçlarını saçlarımda hissettiğimde ilk defa özlemini duyduğum baba sıcaklığını hissettim. İlk defa yalnızlığımın ritmi vücut buldu.
Yüzümü avuçlarının arasına aldı. “Tanrı çok büyük. Doğumun ile evi şenlendiren küçük kız çocuğu karşıma dikildi. Hep seni ve anneni merak ettim. Ama nerede olduğunuzu bilemedim. Ama hep dua ettim ölmeden önce seni bir kere göreyim diye. Nasip şimdiymiş. Sen bu evde doğdun. Annen hamileyken buraya geldi sen doğup beş aylık olana kadar bu evde yaşadın.” Sustu…Masada az önce oturduğumuz yerlerimizde idik. Elleri ellerimi tutarken gözleri denize doğru daldı gitti. “Bülent hakkında da sana anlatacak çok şeyim var. Gençliği, annene olan aşkı. Bu evde geçirdiğiniz günler. O kadar konuşulacak şey var ki. Ama bende bir şeyi hiç anlamadım. Neden, Nasıl sizi terk etti? Kerime Hanım ile neden evlendi? İşte bu soruların cevabı ben de bilmiyorum.”
Yorgi Bey’in ellerini daha da sıkı tuttum. “Ben de tam işte bunun için geldim. Konuşulacak, cevapsız kalmış sorularıma cevap bulmak için geldim Yorgi Bey.”
Tek elini elimden kurtarıp gözyaşlarımı silerken, “Yorgi Bey yok. Yorgi Amcan var senin artık. Benim de Mine kızım var.” dedi. Gözyaşlarımın arasında gülümserken tamam anlamında başımı salladım. “Hadi ama kahveni iç soğudu. Muhabbete daldık kahveyi unuttuk. Konuşacaklarımız için bolca vaktimiz var.” deyip, gülümsedi. “Sorularımın cevaplarını almadan benim de gitmeye niyetim yok Yorgi Amca.” derken, gülümsemesine karşılık verdim.
İkimiz de denize doğru bakarken restoranın kapısının açılması ile aynı anda o tarafa baktık. Yorgi amca yerinden bilinmedik bir neşe içinde kapıda gördüğü kişiye aynı sıcaklıkla gülümsedi. Gelenin kim olduğu hakkında en ufak fikrim yoktu.
“Orhan oğlum hoş geldin.” dedi, Yorgi Amca. Kapıda duran adama doğru yürüdü. Yaklaşık bir doksan boyunda, iri yarı, keskin, erkeksi suratına tuhaf şekilde yakışan derin ama eski olduğu anlaşılan maket bıçağı izi sağ gözünün hemen altında idi. Yorgi Amcanın uzattığı eli sıkıca sıktı. Gülme ile gülmemek arasında kalarak Yorgi Amcanın elini sıktı. “Hoş bulduk Yorgi Amca.” dedi.
Karşımda ki masaya oturdu. Uzaktan anladığım kadarı ile sırtında kesici aletler taşıyan çantasını yanına koydu. Siyah, iri, keskin bakışlarının bana baktığını Yorgi Amca gördüğü gibi Orhan’a dönüp bizi uzaktan da olsa tanıştırdı. Gözlerimi ile memnuniyetimizi karşılıklı soğuk tavırlar eşliğinde karşılık verdik. Yorgi Amca mutfağa doğru giderken Orhan’a bakıp seslendi. “Her zaman kinden mi?” Orhan bakışlarını benden ayırmadan, “Evet her zamankinden Yorgi Amca. “ dedi. Gözleri gözlerimi hapis etmişken hayatımda ilk defa biri beni en derinlere çekiyordu. Ve ben bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum. Bildiğim tek şey geldiğimden beri Yorgi Amca dışında burada kimsenin beni sıcak karşılamadığı idi.
Yorgi Amca mutfaktan dönüp kuzinenin başına geldiğinde kahveyi ağırdan kaynamaya koymuştu. Bana dönüp, “Hani bana sağ da gördüğün evi sormuştun ben de avukat Orhan Bey’in demiştim ya. İşte o Orhan Bey bu bizim deli oğlan.” deyip, gülümsedi. Biz bakışlarımızı çekmeyip sessiz kaldıkça, sessizliği bozan Yorgi Amca oluyordu. “Orhan Bey oğlumda senin gibi kahvesiz güne başlamaz.”
Artık birinin gözlerimizi birbirinden ayırma vakti gelmişti. “Orhan Bey avukatlık dışında başka meşguliyetleri de var sanırım.” dedim, gözlerime kinayeyi yerleştirerek.
Orhan sert ses tonuyla cevap verdi. “Evet canım sıkıldıkça önüme geleni kesip biçiyorum. Sonra gidip kendi avukatlığımı yapıyorum. Sakıncası var mı?” Cümlesi bittiği gibi sandalyeye iyice yayıldı. Ben de aynısını yaptım.
“Psikolojiniz kendiniz kadar anormal sanırsam. Bir ara hatırlatın bedavaya tedavi edelim sizi.” Cümleyi kurarken ses tonum kinayeyi henüz terk etmemişti
Orhan tam ağzını açacakken Yorgi Amca araya girdi, “Kahven hazır Orhan Bey oğlum.” deyip, Orhan’ın masasına kahveyi koydu. Devam etti. “Mine kızım da psikologmuş.” Yorgi Amcanın araya girip gerginliği azaltma çabası işe yaramadı.
“Yorgi Amca sanırsam siz burada yabancıları sevmiyorsunuz. Biraz itici buluyorsunuz.”
“Aaaa!!!Mine kızım nereden çıktı?”
Orhan Bey araya girdi. “Yabancısına göre değişiyor durum. Ukala olduğunu hissettiklerimize karşı gıcık olabiliyoruz.”
“Belli Orhan Bey. Önce muhtar sonra siz bakışlarınızla nereden çıktın der gibisiniz.”
“Valla siz nasıl anlamak istiyorsanız öyledir Mine Hanım. Anlamak istediklerinizden dolayı gocunacak halimiz yok.” Yine kahvesinden bir yudum alırken gözlerim parmaklarına değiyor. Kalın, uzun ellerinden, sağ elinin orta ve yüzük parmağının yarısından itibaren kesik olduğunu görüyorum. Bir insan güzel ve çirkin kavramını kendinde bu kadar çekici nasıl bütünleştirirdi? Hiçbir fikrim yok. Tekrar gözlerine öfke ile odaklandığım da Yorgi Amca araya girdi.
“Aaa!!! Gençler yeter ama. Söz düellosu dahil hiçbir kavga benim mekanımda olmaz.” Kuzinin yanında olduğu yerde bedenini bana doğru çevirdi. “Orhan Bey oğlum buranın eskilerinden. Ama aramıza katılalı altı yıl oldu. Altı yıl boyunca ormanda yabani ot ayıklamadan, ormancıların yaşlı bulduğu ağaçları keserken yardım etmekten, köy kadınlarının ot, mantar toplamalarına kadar her şeye hafta sonu yardım eder. Bugünden günlerden Cumartesi olduğuna göre sabahın altısında ormanda başlamıştır çalışmaya. Sağ olsun herkese elinden geldiği kadar yardım eder.”
Orhan kahvesinden son yudum alıp yerinden kalktı. “Boş ver Yorgi Amca. Ön yargılı insanlara bir şey açıklayıp vaktini öldürme.”
Ben de olduğum yerden kalktım. Tam karşılıklı idik. “Siz daha beni tanımdan ön yargılı olduğumu söylemekle esas ön yargılı olan sizsiniz. “ dedim, sesimi yükselterek.
Yorgi Amca yeniden ağzını açacakken, meşhur balıkçı sarı çizmeleri ile Macide Teyze koşar adım içeri girdi. Yorgi Amcanın arakasına saklandı. Siyah iri gözlerini açıp, kulaklarını tıkayarak, “Bela!!!Bela!!!” deyip duruyordu. Yorgi Amca arkasına saklanan Macide Hanımın kollarından tutarak, “Ah be!!! Macidem yıllardır Kerime Hanım korkun bitmedi.” dediği gibi, Kerime Hanım içeri girdi. Macide Hanım mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere doğru koşar adım gitti.
Orhan uzun bacakları sayesinde mesafeyi kısalttı, Kerime Hanımın yanında durdu. “Çok haklı biliyorsun dimi? Sen buraların en büyük belasısın. Ve önce ben senden kurtulacağım. Aslında sadece ben değil tüm belde bu sayede senden kurtulacak. İzin kalmayacak Kerime Hanım.” dediği, gibi Orhan Bey’in çıkması bir oldu.
Kliniğimde karşılaştığım Kerime Hanım önce öz güveni olmayan tavrı vardı. Karşıma oturduktan sonra öz güvenli, omuzları dik, oyunculukta sınır tanımayan ama yeri geldiğinde masaya yumruğunu vuracak kadar güçlü kadın haline dönüşmüştü. Omzuna çarpıp giden Orhan Bey’e tavrı karşıma oturan kadın oluvermişti. Bu kadın acaba hayatımda benim bilmediğim ne gibi oyunlar çevirmişti?
Yorgi Amca sert ve resmi olarak söze girdi. “Kerime Hanım buyurun. Ne arzu edersiniz? Masanızı hazırlayayım mı? Kahvaltı mı edeceksiniz?”
Kerime Hanım hiç cevap vermeden ayakta dikildiğim masanın tam karşısında gözlerimin içine bakıyordu. “Hoş geldiniz Mine Hanım” dedi. Öyle bir bakıyordu ki; burası benim çöplüğüm ve herkes kendi çöplüğünde öter, çöplüğüne geri dön bakışı gözlerinde hakimdi.
Kendimden emin, soğuk ses tonum ile, “Hoş bulduk.” dedim.
Masamızın başına dikilen Yorgi Amca şaşkın ses tonu ile, “Mine kızım ile tanışmışsınız Kerime Hanım. Nereden tanışıklık?”
Kerime Hanım ela gözlerini sert bir şekilde Yorgi Amcaya çevirdi. “Kızım diyecek kadar samimiyeti ne zaman ilerlettiniz?”
Yorgi Amca ellerinden destek alarak masaya dayandı. Kerime Hanımın burnunun dibine kadar neredeyse yapışacak kadar yaklaştı. “Ben zamanında kardeşim bildiğim adamı sayende kaybettim. Herkese hükmün geçer, herkesi kullanabilirsin Kerime Hanım. Ama bana asla hükmün geçmez. Bugüne kadar da geçmedi. Kısaca ben sana hesap vermem.” Yorgi Amca cümlesi bittiği gibi karısı Macide Hanımın az önce gittiği yerin kapısından içeri girdi.
Nihayet baş başa kalmıştık. Masada yerlerimize karşılıklı oturduk. Kerime Hanım ellerini masanın üstünde birleştirdi. İki elinin yüzük parmaklarında bulunan iri, pırlanta elmas yüzükleri ışık saçıyordu. Dört başı mamur duruyordu. Halbuki dün sabah kliniğe geldiğinde ne kadar sade görünüyordu. Eteğinin üstüne giyindiği cekette ayrı, paltosunda ayrı olmak üzere iki adet bronşları da yeteri kadar göz alıcıydı.
İlk yumruğu Kerime Hanımın atması için sessizliğimi koruyordum. İlk hamlesine göre hamlemi geliştirmeyi düşünüyordum. Ve tam tahmin ettiğim gibi dayanamayıp ilk hamleyi yaptı. “Teyzen üç ay önce gelip Yorgi Bey’i ve beni bulmuştu. Galiba anlattıklarım seni tatmin etmedi. Teyzenin izlerini takip edip buraya ne yapmaya geldin?”
“Teyzemin izlerini takip ettiğimi nereden çıkardınız? Belki benim kendime göre iz bulma yöntemlerim vardır.”
Kerime Hanım kendisinden habersiz bir şeylerin dönme ihtimalinden rahatsız olduğu gözlerini kısarak bakmasından anlamam zor değildi. Sonuçta mesleki birikimim vardı. “Ne demek istiyorsunuz Mine Hanım. Ne yöntemi imiş bu?”
O ısrarcıydı, ben bir o kadar inatçı. “Kerime Hanım siz buralarda pek sevilmiyorsunuz herhalde. Önce Orhan Bey mekana girdiğinde size verdiği tepki, sonra Macide Hanım size bela diyor, zaten Yorgi Amcanın söyledikleri sanırsam sevmediklerinin kanıtı.” dedim, gülümseyerek.
Ben hala yerimde otururken, Kerime Hanım sinirle ayağa kalktı. “Ben size iyi niyetim ile geldim. Mutlu, aşk dolu, sevgi dolu bir yuvamdan bahsettim. Sizi kocamın ölümünden sonra öğrenmem neticesinde sizin varlığınız aldatılmış, kandırılmış hissi verdi bana. Benim kocam içerken bile en güzel şarkıları gözümün içine bakarak söylerdi. Şefkatini zaten anlatmıştım. Sonuçta çocuğumuz olmasa da kendisine meyve veren bir kadını değil beni tercih etti. Ve bence burada masal bitti.”
Hızla kapıya doğru giderken, aynı hızla yerimden kalkıp önünde durdum. “Aslında en önemli soru şu benim varlığımı öğrenince neden kendinizi aldatılmış hissettiniz ki? Zaten sizi seçmiş. Acaba ben sizin için bilmediğim bir nedenden ötürü tehlike mi arz ediyorum?”
Ben ne kadar rahatsam Kerime Hanım o kadar sinirlenmişti. Tek kaşını kaldırıp her an pençelerini geçirecek gibi bakıyordu. “Sen kendi çapında bana hiçbir tehlike arz edemezsin Mine Hanım.”
Kerime ağız dalaşı istiyordu ama istediğini konuşma başından beri kendisine vermemem kendisi o kadar sinirlendiriyordu. Vücut dili kendisini ele veriyordu. Gene konu değiştirip aklını karıştırmak istiyordum. “Teyzem bir şekilde burayı bulmuş. Aslında sizin peşinizde olduğunuz her neyse bence ayağınıza gelmiş. Teyzem buranın adresini bulmak için surların solunda bulunan muhtara yolu sormuş. Yorgi Amca ile konuşurken fırsatı kaçırmamak adına yabancıyı merak edip gelmişsiniz. Ne büyük tesadüf!!!. Aynı benim geldiğimi öğrendiğiniz gibi. Ve siz yine ne tesadüftür gene soluğu restoranda aldınız. Sizin hayatınız kurmadığınız tesadüflerle mi örülü yoksa kurduğunuz tesadüflerle mi alakalı?”
Kaşı henüz inmeden cevap verdi. “Ben son sözümü söyledim. Masal bitti. Zararlı çıkarsın. Etrafında kim varsa kendinle birlikte yakarsın.” dediği gibi restorandan çıktı.
Kollarımı göğsümde birleştirdim. Yüzüm çıktığı yöne dönüktü. Yanalım!!! Hepimiz yanalım!!!Benim annem yanmış, geçmişim, çocukluğum, genç kızlığım yanmış. Yalnızlığımın ritmi adını verdiğim baba kelimesi yanmış kül olmuş. Daha fazla ne kadar canımı acıtabilir ki?
Arkamdan gelen sese doğru döndüm. Macide Hanım” Bela!!Bela!!” diye, bağırıyordu. Bu kadının Kerime Hanıma görünce, ismini duyunca bile neden olduğunu bilmediğim bir sebepten dolayı bağırıyordu. İki saat içinde alışmaya başladım. Gülümsedim.
Yorgi Amca hemen Macide Hanımın arkasında duruyordu. “Kerime hanım böyledir. Dünya hep kendi etrafında dönüyor sanır. Sakın seni pes ettirmesine izin verme. Pes edenler yenildi. Kerime Hanım kaybettiklerini sandı ama kaybetmediler.”
Gülümseyerek, “Ben pes hiç pes etmedim. Çünkü babasız büyüyen kızlar tek ama her daim güçlü olmak zorundadırlar. Bilirler ki babasız büyüyen kız çocukları dayanacakları dağ sadece kendileridir.” (DEVAM EDECEK……)
TÜM HAKLARI SAKLIDIR…..