Sadece bir virüsün ülkemize girmesiyle evlerimize kapandık. Yaşamaktan nefret ettiğini söyleyenler, markete bile inmez oldu. Normalde içlerinde 10 TL bayılıp fotoğraflar paylaştığımız kahvelerin yanında asla okunmayan kitapları okur olduk. Sokakta görmemiş gibi yaptığımız ‘arkadaşlarımızı’ arar olduk. Doksanlar pop açıp kek yapmayı hatırladık, Sokakta parmak arası terliklerle gezmeyi, kafede bir bardak limonata içerken duyduğumuz şarkıya eşlik etmeyi özledik.
Eskiden bahaneler üretip kaçtığımız, yerine filmleri tercih ettiğimiz şeyleri özlüyoruz. Bu özlem bizi birbirimize yaklaştırıyor. Sağlık bakanının açıklamasını dinlemek isterken, salona geçip birlikte olmayı, aile olmayı hatırladık. Odalarımızdan, kendi minik dünyalarımızdan çıkmaya başladık. Bunca zaman psikologların, sosyologların ve hatta ülkemizdeki devlet büyüklerinin anlamlandıramadığı bu yalnızlaşmayı, temelinde bizi yalnızlaştıran virüs çözdü. Artık özlüyoruz, merak ediyoruz ve eskiden farkına varmadığımız şeylerin kıymetini biliyoruz. Eskiden arkadaşımızla içebileceğimiz basit bir kahveyi, görüntülü konuşurken içmek zorunda kalınca dostun, evimiz kolonya kokusundan geçilmediğinde temiz havanın…
Yaşamaya duyduğumuz aşktan mı bilemem ama henüz gitmek istemiyoruz sanırım. Bir lokma daha yemeden, bir şey hakkında daha konuşmadan, bir kişiye daha sarılmadan… Aslında biz bu virüs sayesinde insan olmayı hatırladık. O sebeple bu virüse teşekkür eden bir tarafım da var. Kolay değil ruhları birleştirmek…