Belki yeri değil ama…
Ben, bu aralar “aktüel gündemi” takip etmiyorum.
Ne de olsa, koronavirüs hakkında hemen hemen her köşeyazarı bir şeyler yazıyor.
Bir de ben dahil olmayayım. Zaten, bence, herkes her konuya balıklama atlamamalıdır. Karşı karşıya olduğumuz tehlike/risk ciddi bir biçimde ele alınarak toplum rahatlatılmalıdır.
Bu yazıda, ben, biraz gönül dünyamızdan bahsetmek istiyorum.
Türkçe’mizden. Dilimiz, bizim gönül dünyamızın en önemli girdisidir. Dilimize ne kadar sağlam sahip çıkarsak, o oranda kültürel birikimimize ve yine kültürel gelişimimize katkı sağlamış oluruz.
Çok değerli Türk büyüğümüz Oktay Sinanoğlu’nun “Göçmen Hamamı” kitabını okudum. Aslında, yazıya da bundan ötürü niyetlendim.
Yer yer bu kitaptan esinlenerek, sizlerle sohbet havasında yazılar neşretmek derdindeyim. Gerçekten de Oktay Sinanoğlu, ülkemizin sahip olduğu ender cevherlerinden biri. Kitap o kadar akıcı bir üslûp ile ele alınmış ki, kitabı elinizden bırakamıyorsunuz.
Neyse…
Esas meseleye gelelim. Türkçe’mizin kıymetini bilmemiz gerekiyor. Son dönemlerde yetişen nesle baktığımda, bu genç kuşağın Türkçe’mizle yeterince haşır neşir olmadıklarını tecrübelemekteyim. Dediğim gibi dilimiz, bizim gönül dünyamızın zenginliğinin anahtarıdır.
Ekonomik ve siyasal sömürü kadar, “kültürel sömürü” de, emperyalist güçler tarafından uygulanan bir sinsi taktir. Artık, egemen güçler/devletler, gözlerine kestirdikleri ülkeleri/toplumları, konvansiyonel yöntemlerle değil, içinden geçilen çağa uygun olarak “sömürmektedirler”!
İşte bundan ötürü de, dilimize, Türkçe’mize sahip çıkmak durumundayız. Türkçe’mizi ne kadar düzgün ve doğru kullanır; ve inatla kültürümüze ve dilimize sahip çıkarsak, yenidünya düzeni çerçevesinde dünya baronlarının ülkemize karşı saldırılarını da rahatlıkla bertaraf edebiliriz.