Arapça, İbranice ve Aramice, aynı dil ailesine mensuptur. Bu diller, müşterek bir atadan (proto-semitik) geldikleri ve tarih boyunca etkileşim halinde oldukları için bazı ortak kelimelere sahiptir. Bunlardan biri olan *ḳaraʔ- (قَرَأَ) fiili, ilk olarak “bağırmak, çağırmak” anlamında kullanılmış, daha sonra “davet etmek, ilan etmek, anmak” ve nihayetinde “okumak” anlamını kazanmıştır.
Bu diller, belirli cümle kalıplarını da paylaşırlar. Örneğin, İbranice קָרָא בְּשֵׁם פְּלוֹנִי (ḳārāʾ bəšēm pəlōnī), Aramice ܩܪܐ ܒܫܡ ܦܠܢ (ḳərā bəšem pelān), Arapça قَرَأَ بِسْمِ فُلَانِ (ḳaraʾa bismi fulāni) ifadeleri yapısal olarak birebir aynıdır. Bu örüntü (ḲRʔ BSM FLN), her üç dilde de “falanı adıyla çağırmak” anlamını taşır.
Mezkur kalıp, “Rabbi adıyla çağırmak” anlamıyla Tevrat’ta קָרָא בְּשֵׁם יְהוָה (ḳārā bəšēm yahwē), İncil’de ܩܪܐ ܒܫܡ ܡܪܝܐ (ḳərā bəšem māryā) şeklinde kullanılmıştır. Kurân’da ise اِقْرَأْ بِسْمِ رَبِّكْ (iḳraʾ bismi rabbik) biçiminde görülür; İbranî ve Aramî eşbiçimleri dikkate alındığında “Rabbini adıyla çağır” şeklinde tercüme edilmelidir. Bu durum erken dönem tefsirlerde de farkedilmişti mesela Ebû Ubeyde’ye göre, iḳrāʾ bismi rabbik اقرأ باسم ربك ayeti, ʾużkuri sme rabbik أذكر اسم ربك ile eş anlamlıdır; “Rabbinin adını an/çağır” manasını taşır.
“Rabbi adıyla çağırmak” (قَرَأَ بِاسْمِ الرَّبِّ) ifadesi, metonomik olarak ibadet manasında kullanılırdı. Dolayısıyla Q 96:1, sahte tanrıların değil, yaratan rabbin adını çağırmayı (yaratıcıya tapınmayı) emretmektedir. Yani Kuran’ın ilk olarak okumayı değil, tevhîd üzere Allaha tapınmayı emrettiği anlaşılacaktır.