Birbirine taş atmadığını iddia edip kendini melek ilan eden bir dünyada yaşıyoruz ama hepimiz, başımızda bandajlarla geziyoruz. Bunca yaraya birileri sebep oluyor da kimse suçu üstlenmiyor. Sorsan herkes şiddete karşı. Halbuki cinayet işlemeye asıl hevesli olanlar da onlar. Dünya koskoca bir mezarlık. Ölülerin sayısı almış başını gidiyor. Peki neden katiller ortaya çıkmıyor? Neden suçunu kabul eden tek bir kişi bile yok?Aldığımız bunca darbenin sorumlusu kendimiz miyiz yani?
Yabancı Dil 2 dersine giren öğretmenimizin her dersinde tekrarladığı bir mottosu var: Enerjik insanlar daima kazanır. Eh, enerjik insanların yediği haltları temizlemek için ruhundan vazgeçen ve yine öğretmenimizin tabiriyle “enerjisiz” kalan insanlar kendi hayatlarının tamamiyle enerjiden yoksun olmasının sebebi midir? Bu mudur yani? Enerji sahibi olduğunu iddia ederek diğer insanların yoluna taş koymaktan çekinmeyen benciller yüzünden ben yıllarca uykusuz kaldım. Başka biri yıllarca terapi görmek zorunda kalmış olabilir. Birisi çıkıp, “Defalarca intihara kalkıştım.” diyebilir. Kahrolası enerjileriyle bizim gibi ruhunu kurban veren insanları ezip geçenlerin daima ödüllendirildiği bir dünyada yaşıyoruz. “Bakın, X kişisi nasıl eğlenceli. Y kişisinin de muhabbetine doyum olmuyor. Geçen gün Z kişisiyle buluştuk, ama nasıl hayat dolu!” Hepimizin hayatında X’ler, Y’ler ve Z’ler var. Burayı okurken parmaklarının ucuna kadar için titremiyorsa sen X, Y ve Z’den birisindir muhakkak.
Şu hayatta “enerjik insan” statüsüne erişememiş her insanın geceleri daha bir karanlıktır. Güneşi daha az ısıtır. Kışı daha bir serttir. Dünyaya cansız insan sıfatıyla geldiysen şayet, boğazına kadar sıkıntıya batarsın. Enerjik insan dediğimiz tiplerin bir dakika dayanamayacağı yükleri ömür boyu sırtında taşıyan insanları yaşatmaz olduk. “Sen de biraz mutlu olsana.” başlığı altında yaşamaya dair bir dünya nutuk dinledim. Şöyle yaparsan mutlu olursun, ne kadar gülersen o kadar iyi hissedersin, ayağa kalkarsan gerisi gelir, vesaire.
İçinde bulunduğumuz dünyada kimse sizin acılarınızı sormaz ama evliya gibi yol göstermek için can atarlar. Seni mutsuz eden, gülmeni engelleyen, bacaklarını dermansız bırakan nedir, bilmezler. Yine de filmlerde ya da kitaplarda gördükleri bir iki cümleyi evire çevire söyleyerek kendilerine yetmeyen akıllarından size vermeye fazlasıyla heveslidirler. Dibine ışık vermeyen mum gibi sizi aydınlatmak gibi boş amaçlar edinirler. Önce ışığı kapatıp size karanlığı öğreten, sonra da feneri gözünüze tutup sizden çaldıkları ışıkla sizi kör eden insanlar var.
Sırf tırnakları kırılmasına rağmen gülmeye devam edebilmeleriyle övülerek egoları güzelce okşandıktan sonra, yüreğindeki bütün enerjiyi onlar için kaybedenlerin üzerine salınırlar. Sen köşene çekilip sırtındaki yükler yüzünden dinlenirken ellerinde tuttukları tek bir çantadan şikayet ederler ama gülmeyi başardıkları için tebriği yine onlar alır.
Kabuslarıma girmesine rağmen bir müddet sonra bana yoldaş olan tarafım bana hep “Mutluluk kaderdir.” der. Gittikçe daha da akla yatkın gelmeye başladı. Düşününce, bir grup insanın ömrü boyunca bir avuç mutluluğa tamah ettiğini ama başka bir grup insanın çuval çuval mutlulukla göçüp gittiğini fark ettim. Mutluluğu belirleyen bizler olsaydık şayet, dünya üzerinde mutsuz insan kalmazdı.
Mutluluğu her zaman şartların belirlediği de yanlış bir inanış aslında. Çok iyi şartlarda mutsuzlukla cebelleşen nice insanlar var. Mutluluk, insanın içiyle alâkalıdır. Yüreğindeki ferahlıkla doğru orantılıdır.Benim göğsümün üzerindeki ayıyla ömrü hayatı boyunca hiç tanışmamış bir insanı mutlu olduğu için kutlayamazsınız. Haksızlıktır. Onun mutluluğu için beni yargılayamazsınız. Ben mutsuzsam bunun için beni suçlayamazsınız. Sırtında devesi, göğsünde ayısı olan bizim gibi insanlar mutluluğu kendi tırnaklarıyla kazımak zorundadır.
Hayatımı mutsuz ve enerji yoksunu olarak geçirmemden şikayet edip duran ailemden, akrabalarımdan ve arkadaşlarımdan anlamalarını beklemiyorum ben. Etime milyonlarca iğne batırılıyormuşcasına acı çektiren soyut nedenleri somutlaştıramadığım için onları suçlamıyorum. Keşke sesimi çıkarabilseydim. Her ortamda kahkahalarıyla dikkatleri üzerine çeken ve “özgüven” adı altında soytarı olan insanlar yüzünden burnum kanayana kadar ağladığım günleri unutmayacağım. Ahirette bunun için de bir hesaplaşma varsa şayet, iki elim yakalarında olacak. Başımın üzerinden bastırıp toprağa gömdüler beni. Ezip geçtiler. Yaşarken cehennem azabını hissettirdiler.
Ortalama bir insanın vücudunda iki yüz altı kemik bulunur. Hangi cani o iki yüz altı kemiği kıracak kadar yoldan çıkabilir? Enerjik insan dediklerimiz kırdı bizim kemiklerimizi. Onlar çizdi bitiş çizgimizi. Boğazımızı onlar sıktı kendi elleriyle. Kana bulanmaya aldırış etmediler. Gittikçe içine kapanan insanların fark edilmesini enerjik dediğimiz insanlar engelledi. Spot ışıkları doğruca onları aydınlatırken sahne arkasında ölmeyi dileyenleri kimse görmedi. Hoş, görseler bir şeyler değişir miydi? Elimizden tutup uçurumun kıyısından çekerler miydi? Kursağımızda kalan heveslerin hesabını kim verecek?
Okulda bir kız tanıdım. Artık yetişkin olması gereken yaşı birkaç adım geride bırakmıştı. Yanındayken kendimi küçük bir çocuk gibi hissedecek kadar bilmiş takıldığını söyleyebilirim. “Özgüvenli” diye tabir ettiğimiz tiplerdendi ve dersimize hangi hoca gelirse gelsin dikkati bir şekilde üzerine çekerdi. Kendisini oradaki en önemli varlık zanneden ama hareketlerinden tamamen yapaylık ve cıvıklık akan, “enerjik insan” profiline tamamen uyan bir tip. Enerjik insanların kazandığını söyleyen hocamız tarafından her ders star ilan edilirdi. Onu gördükçe, ileri atmaya karar verdiğim adımlar daha ve daha geriye gitti. O ve onun gibi insanlar ben ve benim gibi insanları yargılayacak diye korkarak hareket ettik.
Başımı eğdigim zaman çiçek bahçeleri yerine dikenler görmeme sebep olan insanlardan hep nefret ettim. Aynaya baktığımda yüzümü parçalama isteği duyuyorsam bütün sebep ben olamam. Bu dünya üzerinde hiç kimse kendi kendine intihar etmiyor. O intihara sebep olanlar cezasız kalıyor.
Bir insanı kurşuna dizerseniz ve ölürse cinayetle suçlanırsınız ama bir insanın yaşama isteğini öldürürseniz – kırk sekiz kere bıçaklamış olsanız bile – ceza almazsınız. Yaşadığımız toplum sizi uçurumdan itmez ama atlamanıza sebep olur. Peşinizden “intihar etti” denir. Hiç kimse “öldürüldü” demez. Ruhunuzu kurşuna dizerler ama onlara kurşun deliğini göstermediğiniz müddetçe size inanmazlar. Sizi sözleriyle boğarlar ama ip izlerini göstermedikçe tutuklanmazlar. Karşınızda ne yaşadığınızı anlayan biri olmadıkça sizi o cehennemden kurtarmazlar. Enerjik insanlar öldürürler ve katil taraflarını gülümsemelerinin ardına gizlerler.
O insanlar benim güneşimi kestiler. Beni köprü gibi kullanıp benim hayallerime doğru yol aldılar. Onlar bir şeyleri başardıkça bana korkak ve tembel damgası vuruldu. Ben her şeyi “kendi kendime” yapıyor oldum. Döktüğüm gözyaşları sahte ilan edildi. Bu toplum beni şehir meydanında astı ama haberler “intihar” yazdı. Güneşi hep doğudan doğuyor diye alkış alanlar yüzünden batmakta olan güneşi batıdan doğuya taşıyan insanlar tarihin tozlu sayfalarına gömüldü. Krallar kral olmaya devam edebilsin diye vezir olmaya boyun eğenler ödüllendirilmedi. Kimse karşıma geçip başarılarım için beni alkışlamadı. Benim başardıklarım spot ışıkları altındakiler için neydi ki! Duvarın üzerinden atlayabilsinler diye eğilen bendim ama onlar alkışlandı. Başrol Frodo’ydu ama Sam olmasaydı o yüzük yok edilemeyecekti. Asıl kahraman Sam olmalıydı ama sırf bir ip bağlayıp yüzüğü boynuna astı diye Frodo kahraman ilan edildi.
Hayat, bazen böyledir. Özgüven çoğu için bir maskedir. Çoğu katil kendine özgüvenliyim der ve ışıltısıyla seni kör eder. Elinde fener tutanlar için yıldızlara sırt çevirirler. Senin kazdığın çukura seni gömerler.