Kişi, hayatı boyunca kaç insan tanırsa tanısın çok az bir kısmı tarafından yargılanmadan yola devam edebilir. Boğazıma kadar sıkıntıya battığım bu mental bataklıkta beni elimden tutup yukarı çekmeye çalışırken bile ağzının içinde bir dünya eleştiri sıralayan insanlarla tanıştım. Hayatımı idame ettirmeme engel olmak için elinden geleni ardına koymayan ve benim yaşama isteğimden geriye kalan son kırıntıya savaş açan anlayış yoksunu insanlarla çevriliyim.
Benim nefesimi kesen gecelere “panik atak” ve “anskiyete” diye kendilerince teşhis koyan kişiler bunlar.
Adım atmaya güç bulamadım diye şımarık diyenlerden, ağlamaktan başka bir şey yapamadığım günlerde numaracı diyenlere kadar birçok duygu yoksunu insan masada karşıma oturup nutuk çekmeye çalıştı. Hepsini dinledim. Bana, hiçbir zaman hissetmedikleri ve benim de onlar için hissetmemelerini dilediğim hisler için atıp tutarken yüzlerinde kendini bilen bir ifade vardı. Hepsini dinledim. Ağzımı açıp söylediklerinin benim zihnimde bir milyon kere yankılandığını ve zaten yaşamak istediğim her gün aynı şeyleri kendime tekrarladığımı söylemedim. Çektiğim ızdırabı kimsenin yaşamasını istemedim. Ama itiraf etmem gerekiyor sanırım. Birkaç defa, ağlama krizlerimim ortasında, gözyaşlarımı silerek duvara bakarken titreyen sesimle, hissettiklerimi hissetsinler diye dua ettiğim oldu. Hiç olmazsa, ortada bir sebep yokken neden nefes alamadığımı anlasınlar istedim.
Yemek yerken veyahut dışarı çıkmak için yaptığım nadir girişimler sırasında konu dönüp dolaşıp benim neden ilaç almadığıma geldiğinde öfkeden başım ağrıyordu. Evet, hiçbir şey hissetmeyen boş bir kutuya dönüşmek için karşı koyulamaz bir istek duyuyorum. Belki ilaç alınca her şey daha kolay olacak. Beni ilaçtan uzaklaştıran şey ilaç kullananların görüntüsü. Çevremde ilaç kullanan kim varda kendinden bir şeyler kaybetmiş gibi görünüyor. İlaç almak benim için, ruhunu şeytana satmak demek. Her şeyde olduğu gibi abartılı duygusal tepkiler veriyor olabilirim ama dediğim gibi bir şey için daha yargılanacak gücüm kalmadı. Eskiden olduğu kadar canımı yakmıyor yargılanmak ama ayağa kalktığım her seferde yeni bir çelmeye maruz kalmak da bazen yorucu oluyor.
Tam bir problemim çözüldü, hali hazırda pes edip farklı bir yol çizdim, diyorum; bir saat sonrasına kalmadan telefonlar üst üste geliyor. “Hadi yine iyisin.” ve türevleriyle süslü alttan laf sokmalı telefon konuşmalarında saygımdan ve muhattabımın çektiğim çileden bihaber olmasından dolayı sustum. Sustum susmasına ama sürekli sineye çektikçe göğsümün üzerine daha fazla ağırlık çöktü. Hepimiz insanız nihayetinde. Ama senelerce tek gözyaşı dökme ihtiyacı hissetmeyecek kadar güçlü olan bünyeme son bir-iki senedir ne olduğunu anlamak için insan olduğumu bir miktar göz ardı ettim.
İnsan yaşadığı her anın kıymetini bilmeli, der bildiğimiz bilmediğimiz bütün yazar ve düşünürler. Ben, gökyüzünde tek bir bulut görünce günün geri kalanını yüzünde koca bir gülümsemeyle geçiren hayat dolu bir insandım ve yaşadığım her anın aslında ne kadar büyük bir hediye olduğunu ilk elden biliyordum. Hâlâ, yani yaşamaktan ve hayattan dibine kadar yorulduğum şu dönemde bile, hayatın her anından zevk almak gerektiğinin farkındayım. Hayat, hepimiz için bir hediye. Nefes aldığımız, acı çekmeden adım atabildiğimiz her an büyük bir armağan. Fiziksel sağlığım için sonsuz şükürler olsun. Bunu her zaman söylüyorum. Mental sağlıktan yoksun olmanın fiziksel sağlığı alt üst ettiğini hiç kimse kabullenmek istemiyor. Ben çoktan kabullendim çünkü göğüs kafesime çöken soyut ağırlığa eşlik eden fiziksel halsizliğin iki eli de senelerdir yakamda.
Yediği hiçbir şeyden tad alamayan bir vaziyete düştüm düşeli, fiziksel sağlığımı stabil tutabilmek için mental iyileşmeye ihtiyacım olduğunun bilincindeyim. Üzerime yöneltilen yargılamalar her şeye tuz biber ekliyor ama duymamayı öğreniyorum.
Evet. Sizinle buluşmaya gelemedim. Üzgünüm. Hayvan gibi üzgünüm ve bu üzüntü kaburgalarımdan birinin kırılıp ciğerime batmasına neden oluyor. Ama ne yaparsam yapayım evden çıkamadım. O şeytanlar beni yaka paça kapıdan içeriye geri çekti. Kalbimin kontrolsüzce çarpmasına sebep olan korku yakamdan düşmeyince bir seçim yapmam gerekti. Ben de akıl sağlığımı korumak için evde kalmayı seçtim. Evet. Oturduğumuz yerde hiçbir şey yemedim. Üzgünüm. Gerçekten üzgünüm çünkü menüde en sevdiğim çikolatalı pastadan tavuk bagete kadar her şey vardı. Param olmadığından değil ama. Evden çıkmamı engelleyen şeytanların kuzenleri mideme oturduğu için yiyemedim. Yememem için beni tehdit ettikleri için yiyemedim. Yersem başıma geleceklerden korktuğum için. Evet. Attığınız mesajlara cevap veremedim. Üzgünüm. Dertlerinize ortak olamadığım için çok üzgünüm. Siz mesaj attığınızda yastığıma sarılmış, o geceyi nasıl atlatacağımı düşünüyordum. Ayıyla deveye söz geçirmek için dil döküyordum. Kendi dertlerimle sizi sıkmadığım ama aynı zamanda sizin dertlerinize de ortak olmadığım için özür dilerim. Evet. Hiçbirinizin hayatımda bulunmasının bir anlamı olmadığını söyledim. Ama bunun için bir gram pişmanlığım yok çünkü ben sizinle bağlarımı koparmamaya çalıştıkça yüzüme yüzüme güldünüz.
Ben bunlar ve daha niceleri için ilaç almayı reddediyorum. Halimin sebeplisi olan insanların boğazından o haplar geçmedikçe ben ne içersem içeyim fayda etmeyecek. Beni ve benim gibi göğsünün üstünde bir ayıyla sırtında bir deve taşıyan herkesin bu hallere düşmesinin tek sebebi içinde yaşadığımız toplum. Öyle ağır yargılamalar var ki belli kalıplara sığacağız diye kendimizden ödünler vermekten psikolojik bir bataklığa sürüklendik. Bizi o bataklıktan çıkaracak olan plasebodan başka bir olayı olmayan ilaçlar içmek değil. Bizi o bataklıktan çıkaracak olan bu toplumu aşağı çeken bütün insan müsveddelerinin teker teker ruh sağlığı ve sinir hastalıkları hastanelerine yatırılmasıdır. Benim dünyamda güneş batıdan doğup doğudan batmıyor belki ama içinde diğer insanların üzerine basarak yukarı çıkma isteği olan her insanın gittiği bir cehennem var. Kara kedi uğursuzluk getirmiyor ama niyeti siyahtan daha koyu olan insanlardan bulaşıcı bir hastalığı varmış gibi kaçılıyor. Kimse birbirinin üzerine araba sürmüyor ama bazılarımız kalbinin üstünde lastik izleri taşıyor. Birileri yine birilerinin üzerine basıp geçiyor işte. Hayatın onca armağanının arasında böyle cezaları da yok değil. O cezalar için, benim gibi armağanları diğerleriyle paylaşmak isteyen, tamamen beyaz olmayan ama siyaha da elini uzatmayan insanlar niçin ilaç içmek zorunda kalıyor? Niçin bütün yükü bizim omuzlarımıza yıkıp köşenize çekiliyorsunuz?
Alnımda “ağlama duvarı” yazdığına o kadar eminimki artık, karşıma geçip dert yanan ve gözyaşı döken insanları yadırgamıyorum. Kimsenin acısını küçümsememeyi öğrendim. Herkesin kendi dünyasında en büyük acısı o olabilir. Küçümsemek bana veya bir başkasına düşmez. Buna rağmen benim acılarımı anlamsız bulup karşıma geçen ve şikayet ede ede ağlayan insanların ağzına ıslak çorap sokmaktan beni kimse alıkoyamaz. Başımın içindeki şeytanları kenara ittirip kendi şeytanlarını oraya yerleştiren ve sonra da ağzımın içine ilaç tıkmak için fazlasıyla heveslenen insanlar için doktorun karşısına geçip içimi dökmeyeceğim. Kimse için kendimi yıpratmayacağım. Artık insanlarla göz teması kuramayacak kadar dibi görmüş olsam dahi üzerime gelmelerine müsade etmeyeceğim.
Kendime bir yoldaş bulduğumda ona elimi uzatacağım ama yürüdüğüm yolun gül bahçelerine çıkmadığını açıkça söyleyeceğim. Benim yollarım hep dikenli çalılara çıkıyor. Benim sokaklarım hep çıkmaz sokak. İçinde kalan son umut kırıntılarını halının altına süpüren kalbime yeniden güneşe gülümseme isteğini verecek insanlara kapımı açacağım. Kendimi kendimden ve diğer herkesten koruyacağım. Ciğerlerime batan kaburgaların arasında sağlam kanadını çırpa çırpa can çekişen kelebeğe üç günden daha uzun bir ömür vermek için ellerimi o bataklığa sokup kendimi yukarı çekeceğim. Nasıl yapacağım, yapabilecek miyim bilmiyorum ama insan tutamayacağı sözleri vermekte yeni bir çağ atladı.
Yolun sonuna oturup yeni yolların inşa edilmesini bekleyeceğiz.