Ben başkası gibi değildim. Kimseydim. Hiç kimse. Yokluğun içindeki “hiç” den ibarettim sadece. Bu yüzden anlatamadım kendimi. Yetim büyüdüğü için kelimeleri boğazına yumru gibi dizilen bir kız çocuğu.
Bu yüzden diliyle değil, kalbiyle konuşan. Mütemadiyen hep susan. Biliyordum zaman ilaç, sabır ömrün tahammül sınırıydı. Ve ben insanoğlunu yaşamadan geçip gitmeyecektim. Her insan bir hikayeydi ve bu hikayeleri seçmek bizim elimizdeydi. Şimdi soruyorum madem böyleydi niye ben?
Kalbin celladı niçin yine sevdiği kalp olur ki? Peki madem müsved bir dille izah edemediğim yokluğunun ağrısı? Buna tahammül etmenin acısı? Ama yine de aşk buysa, yaşanmalıydı. Bir ağrının içinde sessizce can çekişip ölmekse bu aşktan, yalnız aşktan olmalıydı. Lakin sevmek, bu dünya da insana bahşedilen en büyük cezaydı. O vakit cezaların en ağırına taliptim. Bu gönül ağrısı bir gün dinecek ve geçecekse evvela razıydım.
“Derler ki Aşk birine seni yok etme kudreti verip, bunu kullanmama hususunda ona itimat etmekmiş.” Ehemmiyeti yoktu hiçbir şeyin, her şey gibi. Sonunu bilmediğin bir yolda yürümek ve o yolda kaybolmak gibiydi. Bütün bir ruh ile tam tekmil bir ruha teslim olmanın susuzluğunda kavrulmaktı Aşk. En çok onda hırpalanmak, öpmek ağrıyan yerlerinden, boynuna sarılmak unutmak için her şeyi. Sevmek bir felaketti. Ve sevmenin esareti olmak ölmekti.
Ah kalbim nerden başlasam. Bu mahcup, bu evvela kayıp gönlümü buldursam sana. Zavallı kalbim nasıl da örselenmeyi hak biliyor. Nasıl da teselli etmeye niyetli kendini. İçinde çok uykusuz geceleri bıraktığım, muhakkak zihnimi dolduran bu derin hisle meşgul olduğum bir sancının en çok gecenin bu saatlerinde tutup uyutmaması, beynimin sol yanını uyuşturmaya sebebiyet veriyordu. Ve en kötüsü uzun süreli geçmek bilmeyen bir ağrıya dönüşmesiydi. Bu biraz sek sek oynarken ayağına aniden kramp girmesi gibi. Mutlak kronikleşmiş hastalığa çevrilmesi an meselesiydi.
Hayatta imkansız ne var ki? diyor şair. En büyük imkansızlıkları mümkün kılmamış mıydı Aşk ? Bunu ispat etmez miydi kalp ? Kalbim! Sanrıları ve sancılarıyla bu kadar acı fazla değil miydi? Sahi nasıl taşıyorsun bunca yükü ? Peki kalbi saran bu hasret ? Zannımca izahı yok! Öyle sanıyorum ki mektup yazarak özlemini ancak unutuyorum. Başka türlü mümkünatı olmuyor çünkü.
Yeislenme den pencere kenarında büyüttüğüm sardunyaları gördükçe o aydınlık hülyalarda derin bir yolculuğa karışıyorum. Ah bir de haberdar olsan şu yazdıklarımdan. kışın ayazında dallarda çiçekler açacak. Duymuş da beni sanki halime güler gibisin şimdi. Gülme! Olmayan hayalinle konuşmak açık bir delilik ispatıydı. İyi ki kimse görmüyor şu halimi. eminim kimse ciddiye almazdı beni. Hem niçin yalan söyliyeyim bu hasta kalbim büsbütün varlığınla nefes almaya başlayacak sanki.
Güvercinlerden birinin ayağına takılıp uçup gelse mektubum, bulsa adresini. Eminim o gün sana kavuşmuş olacağım. Ama yine de aylar evvel rast geldiğimiz yol üstünde gözlerinin değdiği vakit gözlerime. Söz vermiştim. “Senindim” Evvela bir kalbi olmalıydı insanın. Sonra bir kalbe ait olmayı bilmeyi. Sevmeye ihtiyacım vardı ve sevilmeye, kalbinin. O vakit gözlerinde bir gün beni bulacak aşka minnetle.