Bir şekilde ölene kadar yaşıyoruz. Evet, hiçte şaşırtmayan oldukça anlaşılır bir şekilde söylemek istedim.
Ölene kadar başımıza gelen her şeyi kendimizle götürerek hayatımıza giren çoğu kişiyi önümüze katarak kimine göre kaderimizle, kimine göre önceki hayatımızdan aldığımız hayat kırıntıları ile yürüyoruz, yaşayıp gidiyoruz.
Bazen pişmanlıklarla, bazen keşkelerle, bazen düşlerle, hayallerle, bir sigaranın dumanında, kar yağarken seyrederek yağmur yağarken ıslanarak ne olursa olsun birileriyle ölene kadar yaşıyoruz.
Mamafih daha birbirimizi anlamadan, hoş anlayamayız ama anlamaya çalışmadan yaşıyoruz. Ne garip değil mi? Birbirimiz olmadan yaşayamayacağımızı bildiğimiz hâlde kimseyi anlamaya çalışmıyoruz.
Bilirim, kimse kimsenin ayakkabısı ile onun yolundan yürümüyor. Kimse kimsenin derdine bu yüzden tam anlamı ile ortak olamıyor. Çok meşhur bir laf var, “Buna mı üzüldün?” … Bir insanın karşısındakine söyleyebileceği en aciz cümle bu olsa gerek. İşte insan böyle, biz böyleyiz, benciliz.
Hayatta böyle, biraz da pinti. Elimizden kayıp giden onca şeye rağmen bazen hiç bir şey kazanamadan göçebiliyoruz. Hayat işte diyorlar ya, bu o
Üzgünüm; savaştan, virüsten, ırkçılıktan, afetlerden bahsetmek yerine bunları yazmak daha makul geliyor. Nitekim kendimce inanıyorum ki, insanın savaşı insanla; insanın afeti insan. Ve kendimce düşünüyorum ki başaramamız gereken şeyler önce kendi içimizde. . .