Başucumdaki sehpanın üzerine her gece okumaktan keyif aldığım kitabımı bırakıp, limonlu suyumdan bir yudum içip kalktım yataktan. Odanın içinde kapıdan pencereye kadar attığım turdan sonra yorulduğumu hissedip yatağımın kenarına oturdum. Dizlerimi kendime doğru çekip zaten sıkılan içimi iyice sıkıştırdım bacaklarımla. Yine uykusuz bir gece ve hayalet gibi uyanacağım sabahlar başlayacak sanırım.
En son bir kaç ay önce üniversiteden mezun olduğumda bu şekilde hissetmiştim. O zaman da ne yapacağımı bilemez halde odanın bir o köşesine bir bu köşesine gidip geliyordum. Kalbim sıkışıyor ve bacaklarım sızlıyordu. O gün üniversite hayatımın son günüydü ve ben alıştığım bir hayattan kopuyordum. Geri dönmeyecek günlerden sıyrılıp farklı bir hayata başlayacaktım.
Evimden ayrılıp üniversiteye başlayacakken de böyle olmuştum . Annem beni otogara götürüp Ankara otobüsüne bindirdiğinde de yine dizlerimi göğsüme kadar çekip ne yapacağını bilemeyen gözlerle ona bakıyordum. Otogarlarda hava ne kadar sıcak olursa olsun beni rahatsız eden bir soğukluk vardı. Koşuşturan insanlar, ağlayanlar, ellerinde kocaman bavullarla uyuyakalanlar, bağıran muavinler, sigara içen şoförler ve diğerleri… Beni hep rahatsız eden bu kalabalık belki de ayrılmanın verdiği bir simge olarak garlardan nefret etmeme sebep olmuştu. Hayatımı değiştirmek ve alıştığım hayatımdan vazgeçip yeni başlangıçlar yapmak beni her zaman çok zorluyordu. Şimdi de aynı hislerle oturuyordum. Kendi yatağımda bir yabancı gibi…
Dağınık saçlarım, mavi pijamalarım ve siyah çerçeveli gözlüğümle yine zor bir başlangıca doğru ilerliyordum. Bu sefer neye başlayacağımı bilemeden hayalini bile kuramadan oturduğum yataktan kalktım. Dişlerimi fırçalamak için banyoya gittiğimde aynaya baktığım gözlerin bana ait olmadığını hissettim. Uzun kıvırcık saçlarım, dudaklarım, burnum, geniş alnım ve yanaklarım bana aitlerdi. Ama gözlerimde farklı bir anlam vardı. Şu an tüm vücudum bana aitti ama gözlerim benim değildi. Bu sefer, kesin ve farklı bir yoldaydım. Büyük ela gözlerim daha önce hiç tanımadığım bir kadına aitti.
İki kişinin aynı anda hareket etmesi çok zor olan mutfağıma geçtim. Doğacak güneşe karşı bir kahve içmek için su koydum ocağın üzerine. Elektrikli bir su ısıtıcımın olduğunu unuttum o an . Öylesi daha kolay ve çabuk olabilirdi. Ama böylesi daha iyiydi çünkü gecenin sessizliğinden sıkılmış ayrıca korkmaya başlamıştım. Çaydanlığın tıslayan sesi bana kendimi daha iyi hissettirmeye başlamıştı.
Sütsüz ve şekersiz koyu bir kahve yaptım kendime. Böylesini seviyorum kahvenin. Saf olacak kahve dediğin, içinde başka tatlar olmayacak. Zaten kahvenin kendisi ve kokusu yeterince güzelken neden hakaret eder gibi, sen böyle iyi değilsin der gibi başka başka tatlarla değiştirelim ki kahveyi? En güzeli sade içilenidir kahvenin. Boğazından akarken incecik bir acılık ve ağızda bıraktığı yoğun aroması.. Kahvemden aldığım bir yudumla tüm bunları hissetmeye başladım.
Pencereyi açmak için cama doğru yöneldiğimde aşağıda 23-24 yaşlarında dört kişinin yükselen seslerini duydum. Pencereyi açmaktan vazgeçip olanları izlemeye başladım. Sarı sokak lambasının altında seslerini kısmaya çalışarak bağrışıyor ama ne dedikleri katiyen anlaşılmıyordu. Yaptıkları el kol hareketleriyle büyüyen gölgeleri ve sadece dördü vardı koskoca sokakta. Belki de bir kız kavgasıydı. Ya da sarhoşlardı. Ya da herhangi bir konuda anlaşamamışlardır bu onların sorunuydu. Ama kahvemi içerken dışarıdaki soğuk havayı içime çekmemi engellemeleri işte bu tamda benim sorunum. Gecenin güzel ve gizemli sessizliğini mahvettiklerini düşünüp içten içe kızdım hepsine. İşte bu yüzden polisi arayıp, olayı birazda abartarak gelmelerini sağladım. Siren sesi duyar duymaz kaçtılar zaten. Gün doğuşu ve sonlarına yaklaştığımız yaz mevsiminin sabah serinliği bana kalmış oldu. Derin bir nefes aldım. Tekrardan ve sakince düşünmeye başlamak istiyordum. Tüm hayatımı yaşadıklarımı ve tüm yaşayabileceklerimi…
Gövdemi biraz aşağı doğru sarkıtıp, tüm havayı yutmak istercesine ağzımı açıp derin bir nefes daha aldım. Kahvem bitmiş olmasına rağmen bardağın dibinde kalan son damlaları da içebilecekmiş gibi bardağı dudaklarıma götürüp tepeme diktim. Ezan okunmaya başlamıştı. Evimin iki sokak ötesindeki ufak minareden yükselen ezan sesi içimi daraltan her şeyi yavaş yavaş götürüyordu. İçimden “Allah’ım bana yardım et…” demeye başladım. Bu günlerde kalbimi rahatlatacak ve içimdeki hüzünlere diz çöktürecek tek şey kalbimin Allah nidaları oluyordu. Her sabah ezanı dinliyor, dua ediyor anca öyle uyuyabiliyordum. Yine bu sabah da diz çöktürmeyi başladığım hüzünlerim ve ertelediğim düşüncelerimle yatağıma uzandım. Tüm vücudumu gerdirip esnediğimde ise kahvenin uykumu etkilemediğine şükredip belki de akşam uyanacağım uykuma daldım.
…………….
..