Hayat bazen bir karmaşadan ibaret olarak görünebilir gözünüze, bir çıkmazın içine de sürükleyebilir. Hayat bu sonuçta kendini ne zaman nerde belli edeceği belli olmaz. Hiç ummadığınız bir anda bak işte benim sana en güzel hediyem bu da diyebilir, hadi buyur birazda sen uğraş dertlerle de diyebilir. Ki tabi siz bu yazıyı okurken içinizden “Nerede bize o hediye hayat bize hep derdini yükler” dediğinizi duyar gibiyim peki bunu nereden mi tahmin ediyorum, çok fazla umutsuz insan gördüm hayatta belki de ondandır ne dersiniz…
Biz insanlar nedense vazgeçmek kelimesini umudu yitirmek olarak algılarız hep oysa vazgeçmek kazanmaktır bazen. Umudunu yitirmek ise düşleyememektir, düşlemekten korkmaktır bana sorarsanız. Vazgeçemediğimiz şeylere sabrederiz sabretmekten yorulduğumuz anda ise vazgeçersem kaybederim korkusuyla tahammül etmeye başlarız. Bu içinde bulunduğumuz üçlü döngünün farkında bile olmayız oysa. Sonucunda güzellik olduğuna inanırsanız sabredersin sonunda ne olacağını bilmeksizin devam ediyorsanız bazı şeylere tahammül ediyorsunuzdur. Sabrınız tahammüle bıraktıysa yerini inancınızı tüketiyorsunuzdur. Dikkat edin!
Peki, neden sabrın sonunda selamet olmadığını bildiğimiz noktada sabrımızın yerini vazgeçmek değil de tahammül etmek alıyor?
Korkuyoruz çünkü vazgeçtiğimiz noktada pes ettiğimizi düşünüp kaybetmekten korkuyoruz. Biz bazı vazgeçişlerin sonunda aslında kendimizi kazanacağımızın bir türlü farkına varamıyoruz. Vazgeçmek demek çabalamamak demek değildir, olmadı bıraktım demek değil, konu her ne olursa olsun siz elinizden geleni yaptıysanız, vicdanınız rahatsa, kalbiniz artık ben yeterince yıprandım diye fısıldıyorsa size artık kendinizi bulmanızın vakti gelmiş diyorum ben size. Benim vazgeçmek dediğim nokta tamda burası aslında. Acılarımız, sevinçlerimiz, korkularımız biz bu ve bunun gibi duyguların çıkmazında kalıyoruz çoğu zaman. Kalp dediğimiz organın kan pompalamaktan çok daha zor görevleri var bence. Bir insana güvenmek gibi, âşık olduğun noktada akla meydan okumak gibi, sevmek sevilmek istenmek gibi çok daha mühim görevleri yok mu sizce de? Bir bilimci olarak konuşacak olursak insanı ayakta tutan iskelet kas sistemi bunlara görevlerini belli yollarla gönderen beyin, ben burada size bir bilimci olarak değil de bir edebiyatçı olarak yaklaşayım…
Bedeni ayakta tutan iskelettir, insanı ayakta tutan hisleri, hissiz bir insan ise ete kemiğe bürünmüş bir bedenden ibarettir sadece.
Hissizleşmeyin, duygularınızı kaybetmenize sebep olanlara izin vermeyin, hatta sevdiğiniz herhangi bir şeyi çok sevin benimseyin onu ama vazgeçmeniz gerekiyorsa bu noktaya dikkat edin ve vazgeçmeniz gereken şeyin kendiniz olmadığının farkına varın…
Bu hayatta kötü şeyler olduğu kadar güzellikler de var elbette. Mutluluğu uzak yerlerde aramayın gökyüzünde seyir halinde olan kuşları izleyin, gökyüzüne bakın saatlerce, şarkılar dinleyin, dans edin ve bunları yapabildiğiniz için bile şükredin bize basit gelen bu olayları yaşayamayan o kadar çok insan var ki hayatta her şeyden önce şükretmesini bilin sonra umut edin ve o umudunuzu dualarla süsleyin. Bu hayat mucizelerle dolu bu yüzden kalbinizde ki o umut ışığını kapatmayın unutmayın ki güneş görmeyen bir cam kenarında çiçek yetiştiremezsiniz.