Evlatlık verilen çocuklar hakkında bir gündem olduğunda ya da bir hikâye duyduğumuzda herkesin ilk aklına gelen soru şüphesiz ki ‘‘Çocuğu doğuran mıdır annesi, yoksa büyüten midir?’’ oluyor. Bir insan hayatı için annenin ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu tartışmaya gerek bile yok.
Peki, sizce bu sorunun cevabı nedir? Gerçekten çocuğu doğuran mı annesidir yoksa onu büyüten midir anne olan? Gelin, hep birlikte bu sorunun cevabını arayalım.
Biyolojik Anne ile Emekçi Anne
Son yıllarda hem sosyal medyada hem de görsel ve yazılı medyada sıklıkla karşılaştığımız bir haber var. Anneleri tarafından sokağa terk edilen çocukların haberlerini neredeyse her gün haberlerde ya okuyor ya da izliyoruz. Aslında hayata sıfırın altında mağlup başlayan bu çocuklar önce devletin yurtlarına yerleştiriliyorlar. Eğer bu çocuklar şanslılarsa iyi bir aile tarafından evlat edinilirler.
İşte bütün mesele tam olarak burada başlamaktadır. Hiç tanımadıkları ve biyolojik olarak hiçbir bağları olmayan bir çocuğu evlat edinen ve onu gözünden bile sakınan, koruyup kollayan anneleri gördüğünüzde, anlarsınız ki anneliğin aslında sadece biyolojik olarak gerçekleşmediğini anlarsınız.
Sokağa terk edilen ve evlat verilen çocuklar elbette ki biyolojik bir annenin bedeninden doğdular ve onunla biyolojik annesinin arasındaki soy bağını da hiçbirimiz inkâr edemeyiz. Fakat onu alıp sevgi ve şefkat ile büyüten, hastalığında başucunda ağlayan, eğitimine destek veren ve onu hayata hazırlayan kadın da anneliğin ona verdiği bütün rolleri üstlenerek onunla en az soy bağı kadar güçlü bir bağ kurmuştur. Öyle ki evlatlık çocuklara sorulduğunda da annesine olan sevgisinden ve aralarında ne kadar kuvvetli bir bağ olduğundan bahsederler. Doğurduktan sonra terk edip giden kişi sadece biyolojik anne olarak anılırken, emek veren anne, annelik rolünü yerine getirdiği için özel bir konuma getiriliyor.
Annelik Duygusu
Bir süre önce bir habere rastladım. Haberi ilk okuduğum zaman anneliğin ne kadar başka bir duygu olduğunu fark ettim. Söz konusu haber Arjantin’de geçiyor. Yeni doğum yapmış bir polis memuru, annesi tarafından çöpe bırakılmış bir bebek görüyor. Bebeğin çok aç olduğunu fark eden polis memuru hiç tereddütsüz çocuğu kucağına alıyor ve emzirmeye başlıyor. Polis memurunun görev arkadaşı da bunu sosyal medyada paylaşarak şu sözleri söylüyor: “Hiç tereddüt etmeden annesi gibi davrandın, hastane yönetimindekiler gibi kirinden veya kötü kokusundan rahatsız olmadın. Bu her gün karşılaştığımız bir davranış değil” Bu olay Arjantin’de sosyal medya hesaplarında 95 bin defa paylaşılmıştır.
Doğuran mı anne, büyüten mi?
Sadece doğurmak anne olmaya yetmiyor. Anne olmak aslında fedakârlık gerekiyor, yorulmak gerekiyor; hastalanınca başından ayrılmamak, uykusuz kalmak, düşünce elinden tutup kaldırmak, ilk adımlarına şahit olmak gerekiyor. Anne olmak emek gerektiriyor. “Sevgi, emektir” diyor ya hani filmde. İşte bunu yalnızca anneliği yaşayan anlayabilir.
Diğer taraftan, herkes ikinci bir şansı hak eder. Hayatının kötü bir zamanında hamile kalan ve çocuğuna bakamayacak durumda olan bir anne, hayatını toparlayabilecek duruma geldiğinde çocuğuyla kaldığı yerden devam etmek isteyebilir. Bunu da anlayabiliyor olmamız lazım.
Aslında üzücü olan bir başka konu ise evlat edinme meselesidir. Bu tür kararlar Türkiye’de pek yaygın olmadığı gibi üstüne bir de baltalanan bir konudur. Hem toplum hem de süreç insanları bu konudan uzak durmalarına itiyor. Bu yüzden de pek çok anne sıcaklığı çeken çocuk yurtlarda kalmak zorunda kalmaktadır. Umuyoruz ki herkes en iyi şekilde doğuran annesiyle sıcak bir yuvada büyüsün.