Yüce,
Atılması zor, ağır, zahmetli ve kaldırmaya hevesimin olmadığı ağır bir yükün altına girdim. Bu mektup, sana yazılmış bir mektup değil, bilesin. Bu mektup; söylenecek sözlerin, yürekte mıh gibi duran duyguların ve ihtimallerin en derin diplerde çırpınışına yazıldı. “Çırpınmak” belki de acıyla en fazla anlamlandırılan bir kelimedir. Her bir açıklamasında içinde bulunduğum durumdan bahseden bu kelime, hissettiğim tüm zevk ve acılarımı tanımlayabiliyor.
Çırpındım Yüce. Çırpınıyorum. Ağa takılmış balığın canını kurtarmak isteği gibi, belki de bir arının camdan dışarı çıkmak istemesi gibi çırpınıyorum. Nafile. Ellerimde ve kollarımda çözemediğim düğümler, aklımda başını getiremediğim düşünceler varken tüm çırpınışlarım beyaz tuvale beyaz renkle karanlığı anlatmak gibi, çaresiz.
Ve cümleler… Cümleler, değer verdiğim bir bütün. Ama şimdi cümleler tek kelime ve yüklemsiz. Zaten konu Yüce ise; aşkı, hayali, imkanı, imkansızlığı, duyguyu, bütünlüğü, yoksunluğu anlatmak birden fazla kelimenin haddine değil. Anlatılmak istenen tüm anlam tek bir kelimeye entegre edilebilir. Ve yüklem. Söylenmek ve anlatılmak istenen. Yüce, söylesene bana. Söylenmesi ve anlatılması gerekenleri de götürdün mü yanında? Cümlelerim de tam değil artık, götürdüysen…
Yüce, heceleri ses, kelimeleri hece, cümleleri kelimeler, paragrafı cümleler oluşturur. Bu düzen küçük bir “ses”ten başlar. Yüce, ses diyorum. Yüce ses…