2014 yılında dünya piyasaları genelinde baş gösteren küresel ekonomik kriz ülkemizi ”teğet” geçmişti ya da turizm gibi başlıca gelir kaynaklarından gelen ”sıcak para” bize bir şey hissettirmedi. Ancak durum şimdi hiç de öyle değil. Bu sefer kriz öyle bir hissettirdi ki bundan üç yıl önce 2,5′ ler civârında olan dolar kuru şu an 5.7’ler seviyesine gelmiş durumda. Bir aralar da Cumhuriyet tarihinde rekor seviyeyi görmüştü.
Bunda ne gibi etkenler etkili oldu dersiniz?
Altını çizerek söylüyorum; sadece son on yılda değil, yıllardan beri ülkemizde süregelen:
- Bir türlü rayına oturtulmamış, yapboza dönen eğitim politikası.Her sene değiştirilen ve yeni adlarını bizim dahi aklında tutamadığımız sınav sistemleri. Üniversite alımındaki arz talep dengesizliği ve plansızlık. Örneğin, üniversiteye nice hayallerle gitmiş bir gencin mezun olduktan sonra sadece kendi okuduğu şehirde yüzelli-ikiyüze yakın mezun olan meslektaşının olması. Buna karşın da yeteri kadar marka değeri olan işletmemizin olmayışı ve piyasa talebinin bu arzı karşılayamaması. Sonuç olarak arzın talebe göre fazla olduğu yerde gencimiz iş bulabilse bile ucuz iş gücü olarak çalıştırılması.
- Üretim ekonomisinden çok tüketim ekonomisine bir evrilmenin gerçekleşmesi. Bunda hem lokomotifin hem de vagonların büyük çoğunluğunun inşaat sektörü olduğu bir ekonomi modeli benimsenmesinin rolü büyük. AVM gibi kollektif alışveriş mekânlarının fahiş derecede artması. Bu sefer de talebin arzdan fazla olduğu, beşerî bir ihtiyaç olan fıtrÎ tüketimin tüketim çılgınlığına dönüşmesi.
- Türkiye’de 1950’li yıllarda başlayan, 90’lı yıllarda da hızla artarak devam eden köyden kente göçün ve plansız yerleşmenin sonucu olarak çarpık kentleşme, Çiftçinin toprağını bırakması sonucu gittikçe düşen üretim. Varını yoğunu bırakıp da geldiği kente uyum sağlayamamış ve işsiz kalmış nice insanların yaşadığı sıkıntılar, Bunun sosyal ve toplumsal hayata getirdiği bunalımlar.
- Dört mevsimi yaşadığımız Cennet Vatanımızda çiftçimizin yeterince bilinçlendirilmemesi ve halk eğitim merkezlerinin bu konuda yetersiz kalması. Tohum ıslahının yapılmamasından dolayı yerli tohumda gelinen bitmişlik ve dışa bağımlılık. Eğitim,sağlık hizmetleri başta olmak üzere sosyal,toplumsal ve kültürel hizmetlerin de var olduğu ve güçlü temellere dayandırıldığı bir köy modeli ile tarımsal nüfusun mevcut düzeninin sürdürülmesiyle hem üretimde süreklilik sağlanmış olur hem de şimdiye kadar şehirdeki plansız yerleşmenin önüne bir nebze olsun geçilmez miydi?
Halbuki tohum ıslahı sonucu dışa bağımlılığın azalması;
Suni değil de organik gübre kullanımı, anız yakılmaması ve tarımsal sulamada damlama yönteminin kullanılması gibi konularda çiftçimizin yeterince bilinçlendirilmesi alınabilecek önlemlerden ‘sadece’ birkaçı.
Oyuncak legolardan yüksek bir bina yaparken lego parçalarının yukarı doğru gidildikçe dengesiz dizilmesi gibi tüm bu olumsuzlukların üst üste gelmesi de ekonomik alandaki istikrarı sallamaktadır.
Sonuçta bir ülkenin ekonomik göstergeleri de genel manada sosyal ve toplumsal hedeflerini ne derece tutturduğunun test göstergesi değil midir?
Demişken aklıma gelen yaşadığım bir hikayeyi paylaşayım:
Geçenlerde hesap makinesi almak amacıyla bir mağazaya girdim, kasaya geldiğimde paketin üzerindeki fiyatın iki katı bir fiyat talebiyle karşılaştım. Ambalajın üzerinde daha düşük fiyat yazdığını söylediğimde ise fiyatların değiştiğini ve ‘sehven’ güncel etiketlerin vurulmadığı cevabını aldım. Bu sırada ürünü kasaya bırakıp başka şeylere göz gezdirdim. Geri döndüğümde ise ürünün pilinin takılı olmamasından dolayı kaldırıldığı ve satılmayacağı şeklinde bir tepkiyle karşılaştım.-Büyük ihtimal yeni etiket yapıştırılıp ertesi gün tekrardan eski yerini alacaktı almak istediğim ürün.- Neyse ki ürünün mevcut hâlinde pilin olmamasının benim açımdan bir sorun olmadığını söyleyerek ürünü zar zor da olsa aldım. Bu size Kemal Sunalın bir filminde bakkal çırağı iken dükkan sahibinin şeker çuvallarını kiloyla depoda stoklayıp fiyatı iyice arttıktan sonra depodan çıkarıp sattığı film karesini hatırlattı mı? Bilmem.
Ne yazık ki o günlerden bu yana bir arpa boyu ilerleyememişiz ve hak, adalet kavramlarını unutmuş, dürüstlük şuurunu da zora geldik mi bir kenara atmışız.
Yanan alevi söndürmeye çalışmak bi yana dursun biz de üstüne üstlük içimizde büyüttüğümüz hırsla bezenmiş ağaç kütüklerinin odunlarını taşımış durmuşuz.
Daha da kızıştırmışız; nice tencereleri rafa kaldıran, nice çocukları aç yatıran ve ocakları yakıp yıkan alevi.