İçimdeki çocuğu hiç öldürmedim ben….
Yüzümün hep gülüyor olması, bu sebepten… Üç günlük dünyaya, beş günlük kahır yükleyip, kadere isyan etmelerin vebalini boynuna dolamamanın safiyetiydi onu mutlu eden..
Katlanılması zor olmayan acılar için şükretti, katlanılamayası kahırları yüklemediği için yaradana unutmaya kurgulu yüreği her daim!…
Başka çocukların ağlayışını gördü de, doyumsuzluğuna bağlamadı hiç şımarıklıklarını…
Hep eksiklikleri “Sevgisizlikleriydi” ona göre… İçimdeki çocuk sevdi tüm yaradılmışları, kendinden ziyade…
İsteyene, istemeyene, sevgi görmeyene, ihtiyaç duymadığını söyleyene..
Ayırmaksızın, beklentisiz…
Saldı sevginin bağlarını kendinden âzade…..
Her dileyen sahip olsun diye…
Şimdi bundandır, tırnağı kırıldı diye mutsuz olan,yetişkine dayanamamanın ağırlığı…
Oysa onun dünyası tırnağı kadardı…
Kızmıyorum, içindeki çocuğu besleyememesine, hayıflanıyorum ..
Pencereden bakıp gördüğü insanlara özenip,içinde uyanan cam silme isteğini anlatmıştı bir yaşlı teyzemiz coşkuyla hamle yaptığı halde yerinden kalkamadığında “kızım beden neden ruhla eş değil ?” diye serzenişte bulunurken…
Aklıma geliyor yine babaannem…Şu şiiri söylerken..
Başım dedi: Dinlen; gönlüm dedi: Koş! Başım dedi: Durul; gönlüm dedi: Coş! Başım yüreksizdi, gönlüm başıboş; Varlığım arada oynadı gitti…
Başımla gönlüm edemedim eş; Biri yüz yaşında, biri yirmi beş.
En sonunda sardı saçağı ateş; Varlığım arada kaynadı gitti….
Varlığımızın da farkında olarak başla,gönlü eş edebilmek nasıl olurdu acaba???
Bunu başarabilene ne mutlu…
N.K