Türkiye’de siyaset iki aks üzerinden seyretmekte ve değerlendirilmekte.
Bir tarafta iktidar partisi, AK Parti, beri tarafta muhalefet partileri… Fakat, muhalefet kurumunun yeterince ülkemizde yetkin olamaması, denetleme ve kontrol mekanizmasını istenilen doğrultuda çalıştıramaması, muhalefet olgusunun içinin doldurulamamasına vesile olmakta. Aslına bakılırsa, memleketimizde bir “muhalefet boşluğu” olduğundan dem vurulabilinir. CHP’sinin muhalefet yapmaya çalışması, demokratik siyaset kurumunun denetlenmeye çalışılması, ülkede zahirde bir muhalefet olduğunu gösterebilir; yalnız reelpolitik bu yönde değildir.
Türkiye’de gerçekten de çok güçlü bir iktidar odağı mevcutken, “iktidara ortak” olabilecek siyasal hareketlerin “güçsüzlüğü”, ülkedeki siyasal ağırlığın tek bir merkeze, yani iktidar ayağına kaymasına neden oluyor. Ve burada, siyasal erk tahkim ediliyor.
Bu siyasal durum, bir başka “reelpolitiğe” kapı aralıyor. Ülkemizde 3 Kasım 2002’den beri varolan sosyolojik çatışmaya… Yukarıda kısaca değindiğimiz üzere iki ayak üzerine serpilen siyasal yapı, sosyolojik olarak da taraflarını belirlemekte ve uzun bir süreden beridir de çatışmaya neden olmakta. Çoğunluğunu kentlilerin, yüksek gelir grubunda laik yaşam tarzına sahip bir kitlenin oluşturduğu blok, “diğerlerini” diyeceğimiz kütleyi kabullenmiyor. Yani, iktidar partisinin oy kaynağını oluşturan “taşralıları”, “Anadolu kaplanlarını” benimseyemiyor. Aynı durum, bu taraf için de geçerlidir. Ezcümle, siyasal ayakla muhalefet ayağının sosyolojik tabanlarında bir “çatışma” ya da “uzlaşamama” olduğu dillendirilebilir.
Yine, tartışmaların odağına bakıldığında şunları görebilmekteyiz: Kentsoylu diyebileceğimiz daha Batılı bir yaşam tarzına sahip “Laik” kesim, 2002’den beri iktidarda olan siyasal hareketi ve tabanını, Cumhuriyete ve ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİNE karşı bir “tehdit” olarak algılamakta. Bildiğiniz gibi, Ak Parti’nin ilk iktidar dönemlerinde, “şeriat devleti” kuracağı veya ülkemizin aynen İran’da merkezinde İslam’ın olacağı bir devlet devrimi yaşanacağına yönelik endişeler mevcuttu. Ama, şuan için bu endişeler hangi düzeyde bilinemez(?)
* * *
Esasında, ülkemizde yaşanan gerginliklere ve tartışmalara baktığımız da, “Hayat Tarzları” merkezli bir sorunun hâlen giderilemediği söylenebilir. İktidar partisi, işbaşına geldiğinde daha ılımlı ve kucaklayıcı bir siyaset dilini benimserken, iktidarın tahkim edilmesiyle beraber, hatta siyaset kurumu içinde yalnızlaşması ya da yalnız kalması sonucunda daha “benmerkezci” ve ideolojik bir siyaset dili kullanılır olageldi.
Ama, burada bazı hususları belirtmek gerekir: AK Parti, gerçekten de siyasal iktidarının ilk dönemlerinde çok farlı bir görünüm sergilemişti. Hem muhafazakâr olduklarını hem de “demokrat” olduklarını dillendiren iktidar kadroları, yine eski ekollerinden de farklı bir siyasal görüşü benimsediklerini anlatabilmek için “Gömlek Değiştirdik” düsturunu sürekli olarak dillendirir olmuşlardı. Ezcümle, iktidar partisi, eski dönemlerin koalisyon hükümetlerinden farklı bir siyasal perspektif sunuyordu, Türk Milletine…
Türkiye’de siyasal ve sosyolojik yaşananlara baktığımızda, senelerin öbekleştirdiği “farklılıkların” ve yaşam tarzlarının kabullenilememesi ve toplumsal katmanların birbirlerini “yabancılaştırması”, ülkemizdeki elektrikli gündemlerin nedenidir de… Bu bağlamda, yıllardır ülkemizde tek parti realitesi var. Yine, bu bağlamda muhalefet partilerinin “beceriksizliği” mi; ya da kendilerini geniş kitlelere “anlatamamaları” mı diyebileceğimiz muhalefet sorunu…
Türk Milleti; sağcısıyla solcusuyla, muhafazakârıyla ve laikiyle, bir arada nasıl yaşayacaktır? Birlikte yaşamanın formülü nedir? Birlikte yönetişim anlayışı siyaset kurumunun içine nasıl dâhil edilebilinir? Ülkemizdeki geniş kitleleri “uzlaştıracak” girişim ne olabilir? Karşıt görüşte yer alan kesimlerin, birbirlerini kabullenmeme ya da “yabancılaştırma” argümanları nedir? Olaya, muhafazakârlar ve laikler diye baktığımızda, mütedeyyin kesimin “gönül kırgınlığı” nereden kaynaklanmakta veya mütedeyyinlerin bir gönül kırgınlığı var mıdır?
Öte yandan, merkez-çevre değerlendirmesinin ışığında yıllardır iktidarda olan çevre “sakinleri”, laik ve modern yaşamdan yana tavır alanları anlayabilmek adına çabalamış mıdır? Pekâlâ, aynı şeyler laik modern kesim için de geçerlidir. Laikler, muhafazakâr kesimin “hassasiyetlerini” dikkate alabilmiş midir? Esasında, iki taraf da bencilce davranarak karşısındakini görmek istememiştir.
* * *
Geçmişin takıntıları içinde debelenerek günü yakalamak; mesela ileri demokrasi düzeyine geçmek, dünyanın ilk 10 ekonomisi içinde yer almak, insan hak ve özgürlüklerinde sınıf atlamak mümkün müdür? Öyleyse, yapılması gereken, toplumsal bütünleşmenin tesis edilmesidir. Her iki taraf da birbirini anlama yolunda çaba göstermek durumundadır. Deminde belirttiğim gibi, geçmişe takılı kalarak, gönül kırgınlıklarını “taze” tutarak; ve öylesine risklerin oluştuğu bir coğrafyada ayakta kalabilmemiz olanaklı mıdır?
Artık Türkiye’de bir “başörtüsü” sorunu da yoktur… Yine ülkemizde bir İmamhatip Lisesi sorunu da yoktur… İnsanların tercihlerinden ötürü üniversite kapılarından döndürülme sorunsalı da yoktur… O vakit, sorun nedir? Tesettür giyiminin serbestisi artık bırakın okulları, devlet kurumlarında bile uygulanmakta. Memleketimizde insanlar, özgürce kendi inanç ve vicdanları doğrultusunda ibadetlerini ifa edebilmekteler…
Bakın… Birbirimizi dışlayarak, horlayarak, iteleyerek, aslında en önemlisi benim yazılarımda sıkça dile getirdiğim gibi, “Yabancılaştırarak” o büyük Türkiye idealine ulaşmamız, çok zor görünmektedir.
Önümüzde yeni bir dönem olabilir… Yeni bir sayfa açılabilir… Evet, tüm kırgınlıkları ve gönül koymaları bir kenara bırakarak… Tamam, hiç kimse, bir diğerini tam manasıyla kabullenmek ve sevmek durumunda değildir. Ama, en azından karşılıklı ilişkilerimizde kendimize “saygıyı” düstur edinsek, gerçekten de demokrasiye “inansak”, asgari müştereklerde bulaşabilsek, ülke olarak birçok sorunu geride bırakabiliriz…
Önümüzde, yeni bir dönem olabilir… Yapılan propagandalara bakınca, politikacıların ikrar ettikleri sloganları dinleyince, insan “belki” diye umutlanabiliyor. Evet, “Yeni Türkiye” ve “İleri Demokrasi” için, bizim tutunacağımız dal(lar): Demokrasi ve laikliktir.
Demokrasi, demokratik süreçler, “evrensel ölçülerde” işletilebilir; farklı tabandan gelen kesimler, düşünce özgürlüğünde ve yaşam tarzlarında asgari ölçüde mutabık kalırsa, memleketimizdeki sosyo-siyasal çatışmalar bir hâl yoluna sokulabilir.