Beden ve ruh sağlığına mukayyet olabildiğin,
Hücrelerine kadar neşe dolabildiğin,
Olmayanı oldurup gülmeyeni güldürebildiğin,
Seven kalplerle buluşabildiğin,
‘Hayat çok güzel’ diyebildiğin;
Olabildiğince huzurlu bir hafta sonunu müteakip,
Yepisyeni musmutlu bir haftaya kavuşman dileğiyle başlayayım istiyorum yazıma canım okur…
Oturdum masama, kendimle baş başa, izole ettim kendimi dış dünyaya…
Çünkü; 10 Ekim ‘Dünya Ruh Sağlığı Günü’ imiş cancağızım. Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu tarafından ilk kez 1992 yılında kutlanmaya başlanmış. Başlanmış da, bir türlü bitirilememiş sorunlar?!. Zaten neye başlanmış da, ne bitmiş güzelce bu güne kadar, sorarım a dostlar? Düşünüyorum da; cevabını bulamıyorum.
Beyin sürekli düşünür tabii. Üstelik seni senden çok düşünür.
( “Sağ olsun benim beyim de beni pek düşünür” diyorsun da, ben onu demiyorum. Bildiğin beyinden bahsediyorum. Kafanda bulunan hani? Ya da bulunmayan?! ツ )
Sen düşünmediğin için o düşünüverir senin yerine. Örneğin bilir senin düşünmek, hatırlamak, bilmek istemediklerini ve bu yüzden de sana iyilik olsun diye o ne yapmasını gerektiğini düşünerek aşama aşama derine iter o bilgileri. Sırf sen bunları aklına getirip de üzülme, sıkılma diye.
Baktı ki sen onların yokluğundan mutlusun, oralardan çıkarıp da;
“Du’ bakayım, neydi şu mevzu?” diye kurcalamıyorsun, o vakit artık bunları tamamen yok edebileceği kanaatine varır. Ve silme işlemine geçer. Artı, bu işlemin de kolay kolay geri dönüşümü olmaz. Çünkü biliyordur ki; aklının en ufak bir yerinde dahi kırıntısı kalsa sen rahatsız olacaksındır.
Veya seni rahatsız eden bir konu değildir de; kullanabilme imkanın olmayan, işine yaramayacak, kapısını hiç çalmadığın şeylerdir. Durum böyle ise de aynı süreç geçerlidir.
Velhasıl babaannemin dediği gibi;
“Olmuş ile ölmüş’e çare yok,Geçmiş ola.
Olmadan olacağı, ölmeden öleceği dert etme,Yarın ola, hayır ola.”
O yüzden yorma o güzel beyini. Beyin seni seviyor anlayacağın. Sen de onu sev.
( “Ay, sever sever. Bi’tanedir benim beyim. Ben de onu seviyorum canım” diyor hala ya?! )
Yani eğer unutmak istersen, unutursun!
Yeter ki sakince işi beynine bırak.
Unutmaya çabalama, boğulursun. Sadece düşünmemeye çalış. Aklına geldiğinde ise başka şeyler bul ve oyalan. Kendini mutsuz edip sürekli seni hasta eden mevzuyu düşünürsen, beynin de bunu emir telakki edip, onu unutturmamak için elinden geleni ardına koymaz yoksa?!
Yani eğer unutmak istemezsen, unutmazsın!
Yeter ki sakince işi beynine bırak. Unutmamaya çabalama, sıkılırsın. Sadece her fırsatta düşünmeye çalış. Aklına her geldiğinde tekrarla. Kendini mutlu etmek için bunu yapmalısın. Çünkü unutmadığını görüp sevineceksin ve beynin de bunu emir telakki edip, onu unutturmamak için elinden geleni ardına koymaz!
Ha, diyorsan ki;
“Benim elimde değil gibi sanki, unutuveriyorum her şeyi. İsimleri, yerleri, ne yapacağımı, tarihleri, ocakta yemeği, vs…”
O zaman yapacak bir şey yok. Alzheimer’a selam söyle. Hani şu Alman olan ツ
Ota boka, olmayana, olduramadığına, yetmeyene, yetiremediğine, gelmeyene, gitmeyene, bilene, bilmeyene, nedene, nasıla, sebebe, sonuca hiç yoktan, habire, ısrarla, boşu boşuna beyninde yer kaplatırsan; esas lazım olan ve seni mutlu edecek olumlu düşüncelere yer bırakmazsan, aha da olacağı bu!
Tam burda bir parantez açayım;
Kendini boş yere harab-ı turab edersin
Benliğini ararsın da yok yere gönül odalarını talan edersin
Dünyevi mevzuları mühim sayıp hiç yoktan hastalık edinirsin
Zihninin tüm açlığıyla içten içe kendini yer bitirirsin
Günlerin sayılı yaptıkların kayıtlı acep bunu bilmez misin?..
Neyse, hadi gene iyisin, yapacak bir şey olmaz mı ya çözüm namına? Var.
Var da yok gibi ama var. Yani sonuçta var tabii. Çözümsüz de değil canım…
Egzersiz yaptıracaksın beyine…
( “İyi olur hakkat, göbek bağladı sağ olsun Tv+Pc karşısında. Acık az ye, yürüyüş yap diyorum dinlemiyo benim beyim” diyormuşsun şimdi de beni delirtmeye?! )
Tabii…
Bulmaca neyin çözsün mesela, bol bol ilgi alanına giren şeyleri araştırıp okusun, bir yabancı dil öğrenme çabasına girsin, zeka kası geliştirecek işler yapsın.
Fuzuli şeylerle değil, hobi tadında, muhallebi kıvamında, tatlı tatlı uğraşsın bir şeylerle.
Yani buradan şunu da anlıyoruz; yabancı dil öğrenmeye başlamışsak ya da zaten biliyorsak, unutmamak için işimiz gücümüz gereği olmasa bile tekrar yapmalıyız ki, unutmayalım!
Yani; sosyal bir sorumluluk projesini, toplumsal bir olayı, bir doğa olayını, vs. sürekli hatırlayalım ve hatırlatalım ki, unutmayalım unutturmayalım!
Yani; bizi ruhsal yönden hasta eden düşünceleri (her ne ile ilgili olursa olsun) beynimizin onu silmesi için salıverelim gitsin, bırakalım o halletsin. Biz kuruntu edip düşünmeyelim habire.
Yani; unutulması gerekeni unutalım ki, rahat edelim bedensel ve ruhsal olarak.
Yani; unutulmaması gerekeni unutmayalım ki, rahatsız olanları düzenleyip rahat edelim bedensel ve ruhsal olarak.
Anlatınca zor bir şeymiş gibi aslında çok basit.
Dene bak…
Deneyeceğini düşünüyorum… İvit.
Düşünüyorum da… Düşünmek çok yorucu!
Mesela ben; beynim durmuyor ki, habire düşünüyorum.
Düşünürken bile düşünüyorum icabı halinde.
Okurken, uyurken, gece, sabah erken. Ne düşündüğümü düşünüyorum halen?!
Bazen durup düşünüyorum…Sonra hareket ediyor, elimi kolumu sallıyor yine düşünüyorum. Yürüyerek de düşünebiliyorum ben. Aynı anda bi’kaç işi birden yapabildiğimi düşünüyorum çünkü. Mesela telefonla konuşurken bi’yandan annemin sonu gelmeyen sorularına cevap yetiştirip, çorbayı karıştırabilir ve televizyon izleyebilirim. Bazen telefondakine ne diyeceğimi karıştırıyorum ve çorbaya laf anlatıyorum ama olur o kadar.
Konudan bahsetmişken; telefondayken kendini kaybedenlere ayar oluyorum. Sağa sola amaçsızca dolanıp durur, telefonun diğer ucundaki için ‘benden de selam söyle’ dersin duymaz. Bırak duymayı, ayrı bir boyuta geçer mal mal bakınır suratına. Bi’şey sorarsın konuşmayla ilgili, oralı bile olmaz. Çizgi filmlerdeki gibi dan dan vurasım gelir kafasına o dakika yapışsın yere dümdüz suratla diye. Şiddetin yanlış olduğunu düşünüyorum ama yine de bu tür şeyleri düşünüp duruyorum bazı zamanlar bazı insanlar için. Düşünmesem iyi de, şiddete meyilliyiz anacım, baksana şurda bile iki lafın bile belini kırıyoruz?!..
Bazen şöyle bi’ düşünüyorum; ‘şöyle bi’ düşüneceğime eni konu düşüneyim diyorum sonra da. Bu seferde kafama ağrılar giriyor. ‘O halde niye öyle düşünüyorum ki’ diye düşünüyorum bu kez de?!
‘Düşün düşün boktur işin’ derdi dedem Allah rahmet eylesin.
Tavla oynardık onunla da ben yeniliverirdim mahsuscuktan. Yok yok şaka, bilmiyom ki ben tavla. Bi’ Mirkelam’ın şarkısını biliyom; ‘Tavla beni tavla’ diye. Ama onun bizim tavlayla hiç bi’ alakası olmadığını düşünüyorum.
Bazen düşünüyor insan işte. Fazla düşünmeyeceksin aslında yukarıda da belirttiğim üzere. Kafayı sıyırmalık yapmayacaksın, dibinde acık bırakacaksın ki kuşlar da nasiplensin, bulamazlar şimdi yiyecek neyin her yerde. Bir kap da su koymak lazım hayvanceğizlere. Öyle sıcak evinde ´yan gelip yatmak´la olmuyor. Düşünceli olacaksın acık, düşüneceksin.
O değil de, ‘Düşünen Adam’ var bir de di mi? Kadınlar daha fazla düşünüyor halbuki. Çok düşünüp, çok konuşuyorlar. E, düşündüklerini kafasında biriktirsin de şişsin patlasın mı? Yazık değil mi kadınceğize?
Düşünmek güzeldir. Bazen iyi değildir ama. Sakıncalı olabilir!
‘Düşünüyorum, öyleyse suçluyum!’ dedirtir bazen kendi kendine. Ne düşüneceğini de bilmek lazım aslında?! İyi düşünmek, iyice düşünmek lazım esasen. ‘İyi diyelim, iyi olalım’ hesabı?!
Hem kendi kendine düşünüp duracaksın da n’olacak? Söylemek de lazım arada düşüncelerini?!
Dinleyen birileri olur elbet. Sonuçta düşünen insanların bu memleket!
‘Sen kafanı yorma, takılma ona buna, biz senin yerine düşünürüz de yaparız en iyisini en güzelini’
der bazen de çıkıp birileri?! Oysa herkes kendine düşünmeli ama sadece kendini düşünmemeli canım, başkalarını da düşünmeli acık! Tabii… ‘Düşünce Özgürlüğü’ diye bir şey var canım, aa…
Bilmiyorum, ben böyle düşünüyorum. Bazen de ‘Niye böyle?’ diye düşünüyorum. Hayır, Allah’tan bazen de olsa düşünüyorum bari, hiç düşünmeyen var ayol?!
Düşünebilme yetisi olan bir varlık zaten insan. Ve fakat aynı zamanda düşünmeye bir saniye vakit ayırmayan?!
Düşünsene hiç düşünmeyen birini? Düşün, düşün! Ne ilginç di mi? Sanki hisleri yokmuş gibi, sanki duyguları yokmuş gibi, sanki beyni yokmuş gibi!
Beyin dediğin de 1400 gr. bi’şey aşağı yukarı. Sağdan sola ne eder bilemem ama fil’in beyninin 6000 gr. olduğunu biliyorum. Peh peh peh… Maşallah…
Bazen, bazı insanlarda 10 gr. bile beyin olmadığını düşünüyorum. Ama tavşan’da var mesela. Tabii… Zaten bazı insanlarda onun yerine hoşaf suyu var. Gerçekten.
O değil de, Hannibal Lecter ne güzel beyin yiyordu değil mi?
Düşünüyorum da; gerçek hayatta olsa, atardık önüne sevmediğimiz beyinleri, yiyiversin de bitiriversin soylarını soplarını di mi?
Çünkü;
“Bazen hiç susmadan konuşası geliyor insanın. Çünkü anlamıyor be mübarek…Bazen iki kelime sarf edesi gelmiyor insanın. Nasılsa anlamıyor ki mübarek…”
Ama böyle şiddet içerikli düşüncelerden uzak durmak lazım. Bazen düşünmemek lazım!
Bi’ de üç beyazdan uzak duracaksın. Buzdolabı, çorap ve kısa kollu gömlek! Tabii…
Biliyoruz, düşünüyoruz da söylüyoruz akıllım…
Beyin bu işte, düşünmeden duramıyo ki?
100 milyar’dan fazla nöron varmış beynimizde ve bu nöronların her biri, kendi gibi 10.000 tanesiyle bağ yaparmış. Nöron da nöron yani.
Bir tanesi Roma’yı yakmamış mıydı? Düşünsene 100 milyarı ne yapar?
Zaten ben bilmem bey-n-im bilir… Bazen de beybim bilir. Ay, canım benim ya…
Hem ne demiş Dora Paşa;
“İyi ve güzel düşün. Bir gün gerçekleşir elbet olmayacağını sandığın düş’ün.”
Merak etme, ruh sağlığım yerinde güzel okur. Bunu kanıtlamak için, ciddi olabildiğimi de gösterir cümleler kuracağım, bak şimdi;
Her insanın karanlık, ruhsuz, tatsız tuzsuz, hiçbir şeyin yolunda gitmediği günleri olur bazen. Yanlış giden şeyler, seni acının içine çeker düşüncelerin seni boğana kadar.
Lakin tuhaftır ki; gerçekte bunları yaşamak aslında iyidir ve aynı zamanda çok da yararlıdır. Çünkü; bu yaşananlar sıfırlanma görevi görüyorlar aynı zamanda. Tabii… Resetliyorsun kendini bir nevi.
Ama hani acıdan, hüzünden beslenen insanlar vardır. Hah. Onlara dönüşmemek için, bu sürecin kısa olanı makbuldür.
Bir yerin ağrıdığında ağrı kesici alırsın geçer, telefonun kasarsa kapatıp açarsın geçer, ayağın kayar düşersin gülersin geçer…
Ya acılar, üzüntüler, kederler, dertler? Onlarla nasıl başa çıkacağız? Kalıcı olmamaları için ne yapacağız? Beden ve ruh sağlığımızı nasıl koruyacağız?
*Paşa paşa yüzleşeceğiz. İçimize atmayacağız. Çözümlenememiş şeyler, içerde bir yerlerde güzelce yerleşir kalır maazallah, dikkat edeceğiz. Sırdaşımızla, sevdiceğimizle ve gerekirse bir profesyonelle konuşacağız, sohbet edeceğiz, yardım alacağız.
*Ağlayacağız. Tabii… Ağlamak pek güzel bir terapidir, kasmayacağız. Ağlamak, beynimize bolca oksijen gönderip rahatlatır ve görüşümüzü netleştirir. Erkek, kadın fark etmez. “İnsanız” diyeceğiz, koy´vereceğiz.
*Mola vereceğiz. Acık uzaklaşacağız o kasvetli günden. Hiçbir şey olmamış gibi yapacağız bir süreliğine ki; güç toplayabilelim soruna döndüğümüzde başa çıkabilmek adına. Ne mümkünse onu yapacağız; yürüyüş olur, müzik dinlemek olur, kitap okumak olur, film izlemek olur, yemek yapmak olur, hiçbir şey yapmadan kanepede yayılmak olur… Olur da olur.
*Farkında olacağız, farkına varacağız. İçinde bulunduğumuz durumla yüzleşeceğiz ya hani? Karanlığı keşfederek, aydınlığı bulacağız. Kendimize güveneceğiz, kendimizi ve başkalarını anlamaya çalışacağız. Düşüncelerimizle başbaşa kalıp, farkı fark edeceğiz.
*Sevdiğimiz şeyleri yapıp, sevdiğimiz insanlarla görüşüp, fuzuli olan her şeyi ve herkesi hayatımızdan çıkaracağız. İyi insan lafının üstüne, kötü insan üstüne üstüne gelir çünkü, bunu bilip ona göre davranacağız.
*Dayanabildiği acılar, katlanabildiği zorluklar, çözebildiği sorunlardır insanı olgunlaştıran. Olgunlukla karşılayacağız hayatın her getirisini ve götürüsünü.
*Küçük şeylerden mutlu olabilen insanlar vardır. Bir de küçücük şeylere üzülebilen. Biz ilkini seçeceğiz. Her şeyi ve herkesi olduğunca kabul edebilen sevecen bir insan olacağız.
*Güzellikler için şükretmiyor, çirkinlikler için ise bolca küfrediyoruz. Olumsuz her şey için hayatı suçluyoruz da, olumlu ve harika şeyler için aynı hayata bir teşekkürü çok görüyoruz. E, ne de olsa ‘insan’ız değil mi? Şükredeceğiz, ama ruh ve beden sağlığımızı koruyabilmek için yetinmeyeceğiz. Daha iyisini ve güzelini isteyeceğiz. Maddi olarak değil, manevi olarak besleyeceğiz ruhumuzu ki; maddiyata kavuşabilmek için sağlam kalabilelim.
*Şunu da görmezden gelip, duymaza götürmeyeceğiz; Bazen acıyan boğazımız değil, aslında söyleyemediklerimizdir. Bazen sıkışan kalbimiz değil, asıl kırgınlıklarımızdır. Bazen hazımsız olan midemiz değil, bize yapılanlardır. Yani; kendimizi dinleyeceğiz. Beden/ruh/organ ilişkisini öğreneceğiz.
*Psikolojik ilk yardımın 3 temel ilkesi; “İzle-Dinle-Bağ Kur” olarak bilinir. Derdi olan bir başkası ise ve biz yapacaksak o yardımı; o kişiyi can gözüyle izleyip, can kulağıyla dinleyip, can özüyle bağ kurmalıyız en empatiğinden.
Bazen geliyorlar bana, diyorum;
“Es-gürle bağır çağır hayata!”Sonra diyorum tekrar; “Uyma şeytana!”Oysa,İnsandan ala şeytan mı var dünyada?!
Hayat paylayınca güzel. Canınızı sıkanları paylayın, hayatınızı güzelleştirin!.. Tabii canım.
Evet, biliyorum. Klavye çenem epeyce düşük.
( Biri beni durdursunnn )
Ama ne yapayım ki, konuşmaktan çok yazmayı seviyorum. Yazıyorum, öyleyse varım. Gerçi bugün varım, yarın belki yoğum. Ve fakat şu an bunu düşünmek istemiyorum.
Zaten düşünüyorum da; düşünmek çok yorucu! Hayat da yorucu. Öyleyse düşünmek; hayattır… Ve çoğunlukla hayat acıdır. E, biber de acıdır. Öyleyse biber de hayattır.
Bak gördün mü, nasıl temiz deliriyorum. Bazen, deli olmak akıllı olmaktan daha keyifli ve yararlıdır. Tavsiye ederim.
(Bu kadar ciddi olabiliyorum ben)
Varayım, iki insan içine çıkayım yoksa duramayacağım. Ama önce kendime şöyle demli bir bergamotlu dolduracağım. İvit.
Madem böyle, bana müsaade, ben gidiyem.
E, anacım, daha ne diyem;
Carpe Diem
Sağlıcakla Kal
İklim’in Dora’n