Osmanlı İmparatorluğu‘nun son yüzyılları çağdaşlaşma hamleleriyle geçmiştir. Birçok alanda, ama, özellikle askerî ve eğitim alanlarında yenileşme hareketleri gözlenmiş, yalnız bu yenileşme hareketleri sadece kişilerden ibaret olduğundan ötürü, istenilen çağdaşlaşma atılımları atılamamıştır. Osmanlı İmparatorluğu, din-tarım devleti olduğundan ötürü, çağdaşlaşma ve yenileşme hareketlerinde din sınıfının engelleyici rolleri olmuştur. Herkesin bildiği gibi, matbaa bile, çok yıllar sonra imparatorluk coğrafyasına girebilmiştir. Yenilikçi Osmanlı İmparatorluğu yöneticileriyle din sınıfı arasında çağdaşlaşma hamleleri bağlamında sürekli bir çekişme yaşanmıştır. Tabii ki istenilen çağdaşlaşma ve yenileşme hareketleri de, hayat bulamadığından ötürü, Osmanlı İmparatorluğu, yirminci yüzyıla yitik bir devlet olarak girmiştir.
Emperyalist devletlere karşı büyük bir azimle kazanılan Kurtuluş Savaşı sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, yüzünü daima çağdaşlaşma ve yenileşmeye dönmüş, muasır Batı Toplumlarının sahip olduğu “Medeniyet” düzeyine ulaşmak için, önemli devrimlere imza atmıştır. Yeni kurulmuş Cumhuriyet Türkiye’sinde her şeyden önce laik devlet düzeninin teşkili için, önemli değişiklikler yaşama geçirilerek ülkemiz, daima daha müreffeh bir toplum yaratma ereğinde ödün vermeden bugünlere gelebilmiştir. Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan münasebetleri, AB’ne girmek için gerçekleştirilen yasal reform düzenlemeleri, ülkemizi çağdaş devletler düzeyine yaklaştırmak amacıyla gerçekleştirilen yenileşme hareketleri olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk‘ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, çağdaş bir demokrasi devleti olabilmek için, sosyal refah devleti olabilmek için, imparatorluk coğrafyasında birer tebaa olan insanları yurttaş yapabilmek için, “Batılılaşma” hareketlerinden taviz vermemiş, ülkenin gelişmesi ve şerefli dünya milletleri arasında yerini alabilmesi adına muasır devletlerin izinden gitmiştir.
Her ne olursa olsun pekâlâ ATATÜRK Cumhuriyetinin tek hedefi, daima daha yüksek düzeyde demokrasi devleti olmakla beraber, üreten ve değer yaratan; ürettiğini topluma yansıtarak toplum kesimleri arasında tam birliği ve huzuru tesis etmektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin siyaset etme düsturu, yurttaşları arasında hiçbir ayrım gözetmeksizin; din, dil, ırk, mezhep, topluma daha iyi bir hizmet götürmek olmalıdır. Çağdaş demokratik devlet olmanın gereği yurttaşları arasında hiçbir fark gözetmeden çoğulcu demokrasinin olanaklarından faydalanmak kaydıyla ülkede hukuka ve adalete dayalı bir zihniyet dünyasının inşası, yirmibirinci yüzyıl Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başat hedefi olmalıdır.
***
On yedi yıla yaklaşan AK Parti iktidarının ilk dönemlerinde de, önemli demokratik adımlar atılmış, ülkede kanayan yara hâline gelen demokratik özgürlükler bağlamında, tekparti iktidarı olmanın avantajıyla genişlemeler yaşanmış; yalnız iktidarın konsolide edilmesinden sonra ve iktidar sarhoşluğu ve kibriyle ülkemizde birçok alanda gerilemeler yaşandığı söylenebilir. Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidara geldiğinin ilk dönemlerinde herkesimden destek alabilmek adına, belki de kendisine şüpheyle bakan sosyal kesimlere şirin gözükebilmek adına AB çıpasına sıkıca sarılmış, ifade özgürlüğünde, tartışmalı hukuk faaliyetlerinde görecede olsa bir iyileştirmeye gitmişti.
AK Parti iktidarının ustalık dönemindeki icraatları, tam anlamıyla bir “Hayalkırıklığı” olmuş; toplum iktidar partisinin yönetiminde kutuplaşmaya sevk edilmiş, insanlar kin ve nefret dehlizlerinde vahşi kapitalist ekonomik düzenin dişlileri arasında “Yaşam Savaşı” vermeye itilmiştir. AK Parti toplumu gerçek anlamıyla ikiye bölmüş, senden veya benden olan anlayışını toplumun her kesimine empoze etmiş, demokratik hakları kısmaya yönelik “Polis Devleti” yolundaki yasaları meclis içindeki gücüne yaslanarak yaşama geçirmiştir. Pekâlâ AK Parti sadece iç politikada değil, dış siyasette de bir gerileme, bir başarısızlık ve yalnızlaşma eğilimine girmiştir. Yanlış izlenen politikalar ve kurgulanan politika tasavvurlarının Ortadoğu coğrafyasında cevap bulamaması, bizleri, bir Ortadoğu bilinmezliğine doğru sürüklemektedir.
Son tahlilde bugün Ortadoğu ülkelerinin içler acısı hâli ortadadır. Hemen hemen tüm Arap coğrafyasında kan ve gözyaşı hâkim durumdadır. El Kaide, El Nusra, Taliban, IŞİD gibi terör örgütleri, Ortadoğu coğrafyasında başıboşluktan ötürü istedikleri gibi at oynatmakta, kanlı katliamlara neden olmaktadır. Gerçekten de referanslarını “İslam Dininden” alan bu örgütlerin, Arap coğrafyalarında neden oldukları “İstikrarsızlık”, “Korku”, “Belirsizlik” gibi durumlar, ileride bu bölgede hâsıl olacak kaotik ortam(lar) açısından işaretler verebilmektedir.
Ezcümle, okyanus ötesinden emperyal hırslar ve çıkarlar adına geri kalmış, gelişememiş toplumları provoke eden, bölen, parçalayan, toplumların içine kin ve nifak tohumları eken egemen güçler/devletler, her türlü olanağa sahipken, çağdaş demokratik bir düzende güne huzurla uyanabilirken, iktisadî paylaşımdan fersah fersah pay alırken, eğitim, sağlık, konut gibi alanlarda üçüncü dünya ülkelerine nal toplatırken, İslam coğrafyasının bu fakirliğinin, yoksunluğunun, gelişmemişliğinin, arkaik toplum yapısının nedenleri nedir? Emperyalist devletlerin içinde bulundukları durum, zenginlik, refah, şans mıdır? Yüzyıllardır İslam Devletlerinin yaşadığı zorbalık, despot rejim yönetimleri, fakirlik, yoksunluk, ölümler, katliamlar, bir kader midir? Bu bir alınyazısı mıdır?
***
Sayın Temel Aksoy, blogunda (www.temelaksoy.com) iktisat tarihçisi Niall Ferguson‘un “Uygarlaşma: Batı ve Ötekiler” isimli kitabından dikkate değer hususlarda bir özet yazısı kaleme almış. Gerçekten de dikkatle okunduğunda, neden Batı toplumlarının ileri bir medeniyet ve modernite yaşarken, diğerleri diyebileceğimiz toplumların neden yoksulluk ve yoksunluk içinde “Kaderlerine” razı olduklarını görebiliyorsunuz. Niall Ferguson, Batı toplumlarının gelişmesini, zenginliğini, uygarlığını ve refah toplumları olmalarını, 6 özellikle açıklamaktaymış.
Rekabetçilik,
Bilimin üstünlüğü,
Hukukun üstünlüğü ve mülkiyet hakları,
Modern tıp,
Tüketim kültürü,
İş ahlâkı,
İktisat tarihçisi Ferguson’a göre bir toplum, çalışmayı ve üretmeyi yüceltirse, bilimsel düşünceye önem ve değer verirse, hukukun üstünlüğünü sağlar ve vatandaşlarına adil bir rekabet ortamı yaratırsa, çağdaş bir medeniyet mefkûresine ulaşabilir.
***
AK Parti iktidarında; yukarıda sayılan hangi özelliklerde bir ilerleme yaşandığı söylenebilir? Toplumumuz, çalışmaya ve üretmeye özendiriliyor mu? İnsanlarımız, çalışmaları ve katma değer yaratmaları hususunda teşvik ediliyor mu? Cari dönemde işsizlik oranı %13 civarlarında iken, her beş gençten biri işşizken, Ak Parti iktidarından istihdam adına teşvik edici adımlar atıldı mı? Toplumun bir kesimi özellikle iktidar safında yer alan bir kesimi, kamu maliyesinden ve teşviklerinden epeyce faydalanırken, tek günahları muhalif olmak, tek kusurları iktidar partisi gibi düşünmemek, iktidara itaat ve biat etmemek olan insanlar, işsizlikle ve kaderleriyle başbaşa bırakılıyorlar. Toplumun lümpen ve varoş kesimi, devlet kesesinden dağıtılan “Sosyal Yardımlarla” ya yandaş kılınmaya; ya da susturulmaya çalışılıyor.
Türkiye’de AK Parti iktidarının, eğitimde ve bilimde ülkemizi nerelere sürüklemeye çabaladığı ve neleri hedeflediği de ortada. Öncelikle, cumhuriyetin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK, ders kitaplarından çıkarılmaya, hatta genç nesillerin belleklerinden silinmeye çalışıldı. Laik eğitim sisteminin çanına ot tıkamak babında “4+4+4” gibi bir garabet model, eğitim ve öğretim sistemimize adapte edilmeye çabalandı. Aklı ve bilimi hedefleyecek, muasır toplumlar aşamasına ülkemizi de çıkaracak çağdaş insanlar/yurttaşlar yerine, “Kindar ve Dindar” insanlar yetiştirilmesi öncüllendi. Böylelikle toplumumuz, birbirinden “Yabancılaştırıldı” ve koparıldı. Onlar ve bizler zihniyet dünyası, topluma zerk edildi. Hukuk adına bir şey demeye gerek var mı? İktidara geldiklerinde güçlülerin üstünlüğünden hukukun üstünlüğüne geçmeye söz veren bir siyasal hareketin, hukuk sistemimizi ne hâle soktuğunu bilmeyen var mı? HSYK, artık hükümetin bir organı olarak çalışmakta, hâkimlerimiz ve savcılarımız, “Tarafını” seçmeye zorlanmakta. Ak Parti iktidarının uyguladığı ekonomik politikaların, “Adil bir rekabet” ortamı yarattığı savlanabilir mi? AK Parti iktidarında “Ak adalet” tesis edildiği gibi, bir “Ak işadamları” da oluşturuldu.
Kısacası…
AK Parti ile, daha demokratik çağdaş bir toplum olma şansımız var mı? Dahası, Cumhuriyetimizin kuruluşundan buyana hedefimiz olan muasır devletler düzeyine çıkıp, bu devletleri yaya bırakabilme olasılığımız var mı?