Meksika’daki İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, yerli birkaç rehberle yola koyulur. Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzunca yolu, kısa bir sürede yarılarlar. Arkeologlar ve rehberler, aynı tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra yerli rehberler, kendi aralarında konuşarak aniden yere oturup sessizce beklemeye başlarlar. Avrupalı arkeologlar, bu duruma hiç anlam veremez. Birkaç saat sonra rehberler, kendi aralarında konuşup arkeologlarla tekrar yola koyularak görkemli İnka tapınaklarına varır. Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere sorar: “Anlayamadığım bir şey var, niye yolun ortasına oturup saatlerce boş yere bekledik?” Yaşlı rehber, bu soruyu “Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok geride kaldı, bu yüzden oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik.” diye cevaplar.
Yaşam içinde o kadar hızlı yol alıyoruz ki hep bir şeyler eksik kalıyor, ruhumuz geride kalıyor.
Hâlbuki, freni patlamış kamyon gibi yaşamanın bir anlamı yok.
Modernizmin ve kapitalizmin kuşatması altında öyle yitik, öyle eksik yaşamlar sürdürüyoruz ki…
Hep bir koşuşturma, hep bir şeyin ardından yetişme… Bir eksiklik, bir şeylerin tamamlanması… Yalancı hayatlar… Soluksuz bir nefeste alınan mesafeler…
İnandırıcılığını kaybetmiş ilişkiler yumağı… Samimiyetsizlik, riyakârlık, yüzsüzlük, ne derseniz, onursuzluğun tavan yaptığı debdebeli bir savruluş…
İçimizi acıtan, yüreğimizi pareleyen, vicdanımızı sızlatan hadiseler ve olaylar karşısında… Durmadan, yüksünmeden, utanmadan, sorgulamadan, tartmadan rutinlerimize dönüşlerimiz…
Evet, evet… Gerçekten de bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz, kabul edelim ki bir türlü “mutlu” olamıyoruz… Derbeder bir yaşam rüzgârının esirleriyiz… Nereye savurursa, nereye savrulursak kendimizi “bulmaya” çalışıyoruz… Çok hızlı yaşıyoruz, çok hızlı tüketiyoruz, çok hızlı “unutuyoruz”… Yetişilecek hedefler, bitirilecek işler, katedilecek mesafeler…
Oysaki… Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çeksek, biraz yavaşlasak, bir es verebilsek, küçük bir mola alabilsek yaşamdan…
Ruhumuzun bize yetişmesini beklesek…