Neresinden tutarsanız tutun aile olmanın her zaman belirli zorlukları vardır. Öncelikle belirli bir yaşa kadar ailenizin sizin için öngördüğü yaşama ve planlara ayak uydurmak mecburiyetindesinizdir. Yaşadığınız yer, cebinizdeki para, üzerinizde giydiğiniz kıyafet ve daha onlarca şey ebeveynlerinize ait ve onların kontrolünde. Özgürce harcayabileceğiniz bir para, dilediğiniz gibi planlayabileceğiniz bir yaşamınız yok. Olmalı mı yoksa olmamalı elbette bu konu tartışılır. Ama tüm dinamiklere bakıldığında özür olmadığınız ve bağımsız bir yaşam süremediğimiz yeterince aşikar. Böyle bir durumda yaşam savaşı mecburen bir kendi özgürlüğünü kazanma savaşı haline evriliyor. Bu özgürlük hem zamanımızın kontrolünün bizim elimizde olması hem de ekonomik özgürlüğü birer alt başlık olarak kapsıyor.
Mezun Ama İşsiz
Özellikle Türkiye’de üniversite mezunu olmak tüm sorunları çözecekmiş gibi gözüken ama aslında tüm sorunların kaynağı olan bir hamledir. Hayatımız boyunca ekonomik olarak rahat ve bunun getirdiği rahatlık sayesinde mutlu bir hayat sürmeye programlanmış olarak yaşarız. Oysa gerçekler ne yazık ki bu ideallerimizi yaşamamıza izin vermez. İlkokul okurken hedefimiz iyi bir lise kazanmak, lise okurken hedefimiz -argo tabir ile- iyi bir üniversiteye kapağı atmaktır. Öyle ki iyi bir üniversitede iyi bir bölüm okuduğunuz zaman hayata dair tüm sorunların çözüleceği algısına sahip olacak şekilde büyütülürüz. İyi bir kariyer için en önemli dinamiklerden biri elbette iyi bir eğitim almaktır. Tabii aldığımız eğitim doğrultusunda icra edeceğimiz iş için yeteri kadar talep yani işçi açığı varsa…
İşte ülkemizde genç nesilin durmadan depresyonda ve umutsuzluklar içinde olmasının sebebi tam olarak bu durum. Hayatınızın neredeyse 15 yılında hatta belki daha fazla bir süresini okuyarak ve bunun karşılığında meslek sahibi olmayı bekleyerek geçiriyorsunuz. Ama mezun olduğunuz andan itibaren hiçbir şey hayal ettiğiniz gibi gitmiyor. Yine meslek sahibisiniz Ama sizin meslek sahibi olmanızın gerçek hayatta bir karşılığı yok. Çünkü işinizi icra edecek bir platform bulmakta zorlanıyorsunuz. Elbette bu sizin suçunuz değil. İşsiz kalacağınızı bile bile size bu eğitimi veren ve daha sonra iş istediğinizde kapıları sizin yüzünüze kapayan iş sahiplerinin ve hükümetlerin suçu.
Kendini Kanıtlama Gayesi
Kendini kanıtlama gayesi, her ne kadar uzaktan kendini bir işverene veya bu zamana kadar onu okutmuş ve yetiştirmiş olan aileye yönelikmiş gibi biz imaja sahip olsa da, aslında kişinin kendisiyle olan bir imtihanıdır. Sizin mezun olduktan sonraki işsizlik süreniz ne kadar kısa olursa başarı oranınızın o kadar yüksek olduğunu düşünülür. Çevrenizden mutlaka insanların övünerek anlattığı mezun olur olmaz iş bulmuş veya daha mezun bile olmadan işi hazır olan birilerinin hikayelerini duymuşsunuzdur. Çoğunlukla bu hikayeler birer şehir efsanesinden öte değildir. Parasız çalıştığı, staj için girdiği kurumda takdir almış herhangi bir öğrencinin ailesinin beğenisine sunduğu küçük efsanevi anekdotlardan öte bir şey de değil.
Özetle aslında bu yeni mezun işsizler ailelerine veya bir takım kanaat önderlerine kendilerini kanıtlamaları gerektiğini düşünürken aslında kendi yetkinliklerini kendilerine kanıtlama derdindedirler. “Sesi duyulmayan bülbül ötmemiş sayılır.” diye özlü sözü olan bir memlekette atanamayan öğretmen olmak, iş bulamamış mühendis olmak, eli boş avukat olmak cidden bir anlam ifade eder mi? Bu kendini kanıtlama çabası aynı zamanda yirmiye yakın yılını harcadığın eğitim hayatının sana gerçekten somut ve iyi bir şeyler kazandırdığına kendini ikna etme çabasıdır. Yani mesele aile değil. Mesele senin çaresizliğinden beslenen insanların seni kendi gözünde küçük düşürmesi ve sana kendini yetersiz hissettirmesi. Ailen veya değil, herhangi bir insanın sana oldun demesi ile olmazsın. Olmak, başarmak, bir hedefe ulaşmak ancak senin içine sindiğinde değerlidir.