Gezegenimiz, diktatörlerden çok ama çok etkilenmiştir. 20.yy. başı siyasal yapıları, diktatörlerin çıkmasına elverişli bir ortamı da sağlamıştır. Bugünün siyasal konjonktüründe bile, hâlâ, “diktatörlük” tartışmaları ve yakıştırmaları yapılmaktadır.
Türkiye, diğer ulusların çektiği ıstırapları çekmemişse de, siyasal yapımız her 10 yılda bir askerî darbelere maruz kalmıştır. Tabii ki demokratik sistemin dışına çıkan her teşebbüs, meşruiyet tartışmasına da sebebiyet vermiştir. Diktatörlükler, totaliter rejimler, teolojik yapılı idari sistemler, despotizm; her halükârda dünyaya felaket ve yıkımdan başka ne getirmiştir?
Demokrasiler, her ne kadar “çoğunluk” yönetimi gibi algılansa da, burada esas önemli nokta, geniş kitlelerin huzur ve barış içinde yaşayacakları idari sistemin büyük bir konsensüs içinde ortaya çıkarılmasıdır.
Diktatörlük yönelimleri, ilk önce toplumda fazlaca anlaşılamayabilinir. Tarihimize, dünya siyaset/insanlık tarihine baktığımızda, gelişmiş medeni Batılı ülkelerin bile, diktatörler yüzünden büyük bir yıkıma ve kaosa sürüklendikleri görülmüştür.
Sıradan okur-yazar bir insanın bile bir çırpıda sayabileceği diktatörler:
– Hitler
– Mussolini
– Stalin
– Franco vb.
Özellikle, Hitler Almanya’sı, dünya siyaset tarihinde aklı melaikelerini kaybetmiş bir diktatörün nelere neden olabileceğinin en canlı örneğidir.
Hâlâ, insanlık âleminde yarattığı etki ve tesir dün gibidir. Bu bağlamda en kötü demokratik sistemler bile, tahakküm ve zulüm’ün varolacağı yönetim anlayışlarından daha makbuldür.
Daha önce de ifade ettiğim gibi, toplumların sosyo-siyasal olarak büyük bir aşama kaydettiği post-modern toplum düzeninde bile, hâlâ “diktatörlük” tartışmalarını canlı tutmak nasıl izah edilebilinir? Esasında, kim bu dünya düzeninde aklını yitirip, yönünü kaybedip, “tek adam” olmaya meyledebilir?
Diktatörlük veya tekadam tartışmalarında bir hususu da açıklığa çıkarmak gerekir. Kime göre, neye göre bir lidere “diktatör” yakıştırması yapılabilinir? Diktatörlük bir yönetme formu ise, bunun argümanları nelerdir? Türkiye’de son yıllarda en çok duyduğumuz ve toplumsal münakaşa öğemiz, siyasi parti liderlerinin “diktatör” olup olmadıklarıdır.
Evet, gerçekten de çoğulculuğa dayalı bir demokratik parlamenter sistem; çoğunluğa dayalı idari sistemden evlâdır. Neden diye sorulabilinir: Dikkat edilirse, çoğunluk bir sandık oylaması olup meşruiyet sorunu yaratmayabilir. Fakat, bundan sonra ortaya çıkacak siyasal sistem, yönetmeye çalışacağınız toplum kesiti üzerinde politik meşruiyeti sorgulatacaktır. Sandık, oylama, tercih gibi modern demokrasinin siyasal araçları kötü niyetle kullanılırsa, sistemden evet, “çoğunluk” nisabı çıkacaktır; yalnız bu nisap, geniş kitleleri bir ve diri tutmak için yeterli olmayabilir.
Çokça ifade edildiği gibi demokrasi: Çoğunluğun azınlığı alt etmesi değildir. Çağdaş demokrasi, ne azınlık tahakkümüne ne de çoğunluk tahakkümüne izin verir. Dikkat edilirse, demokrasi ölçütleri ve düzeyleri bile dikkate alındığında, sistemden tek adam heveslilerinin çıkması, idaresi altındaki insanlara tahakküm ve baskı uygulaması, ân meselesidir.
Bu bağlamda dijital bir çağda yaşadığımızı unutmayarak, insan onur ve haysiyetine en uygun yönetişimden taviz vermememiz gerekir.