BAŞLARKEN…
Bu yazıyı, yıllar önce, 2010 yılında yazmışım…
Malum, yine içimiz yanıyor…
Kadın/kadınlarımız!
Yüreğim kaldırmıyor…
Anlayamıyorum, neden diyorum, gerçekten de “cevap” yok.
Sanırım insanlar da artık aynı tekerlemeleri duymaktan bıktı, usandı…
Bilmiyorum, buralardan yazdıklarımızın ne kadar kıymet-i harbiyesi var: Kadın ölümleri karşısında!
Her şey ilerlerken…
İnsanlığın gerilemesi, insanın hem cinsini yok etmesi…
Söyleyecek sözler, bence bu gök kubbede tükendi.
İnsanlık ağlamıyorsa, insanlık utanmıyorsa…
Kelimeler bigâne kalıyorsa nasır tutan acılar karşısında…
Bilemiyorum…
Çok üzgünüm…
Söyleyebilecek fazla bir şeyim yok. 2010 yılında naçizane karaladığım aşağıdaki yazıyı, tüm “yaşamayı” hak eden kadınlara/kadınlarımıza “ithaf” ediyorum…
————-/————-
– Amcasına göre insanların hepsi günahkârdı ama kadınlar iyice cehennemlikti. Bu dünyaya kadın olarak gelmek, cezalandırılmak için yeterliydi. Kadın şeytandı, pisti, tehlikeydi, Havva anamız gibi, adamların başını derde sokardı; karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmemek gerekirdi; çünkü onlar, insan soyunun yüz karasıydı. Meryem bunları duya duya büyüdüğü için dişi olmaktan nefret eder ve, “Allahım, beni niye kadın olarak yarattın?” diyerek kendisini boğazına kadar günaha sokacak sorular sorardı.
Bu, içinizi burkan, inciten, yakan, yüreğinizin sanki bir ateşle dağlanıyormuş gibi hissettiren satırları, Sn. Zülfü Livaneli’nin “Mutluluk” kitabının 15. sayfasından aktardım.
Ne acı gerçek ki, yıllardır bazı bölgelerimizde değiştiremediğimiz, kadına bakış açısı, belki bugün yaşadığımız birçok sorunun çözümlenememesinde önemli bir rol oynuyordur.
Yılda bir kere öğretmenler gününü anımsarız…
Yılda bir kere kadınlar gününü anımsarız…
Yılda bir kere anneler gününü anımsarız…
Yılda bir kere babalar gününü anımsarız…
Yılda bir kere belki, en çok sevdiğimiz, değer verdiğimiz, can ciğer parçası arkadaşlarımızın, dostlarımızın doğum gününü, ya hatırlarız ya da hatırlayamayız(!)
Hatta, yılda bir kere “sevgililer gününü” hatırlamak zorunda bırakılırız(!)
Hakikaten yılda bir kerecik bile olsa, önemli gün atfettiğimiz günleri hatırladığımızda, sevdiğimiz, değer verdiğimiz insana, insanlara, hak ettiği değeri vermiş mi oluruz?
Yılda bir kere yalancıktan da olsa, “kadınlar gününe” istinaden meydanlarda toplanarak, kadınların yanında olarak, onların sesi olabilme başarısını gösterebilmiş mi oluruz?
Ya daha sonraki günlerde olan bitenin de farkında olur muyuz? Fakında mıyızdır kadının varlığından?
Her gün her gün yok saydığımız, sıkıntılarımızın, stres kaynağımızın kökenini, kadınlarda aradığımız çarpık zihniyeti değiştirme adına, gerçekten de samimi inançlara sahip miyiz?
Her nerede olursa olsun, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” gibi hiçbir şekilde insanî vasıflar içinde mütalaa edilemeyecek sakil zihniyet kırıntısını, bertaraf etme adına, ne yaptık bugüne kadar?
Yılda bir kere anneler gününü kutlarız; o da belki telefonla, eğer anne ve baba biraz teknolojiden yana şanslıysa e-posta ile, ya da ne bileyim gün geceye dönerken, “dostlar alışverişte görsün” misali şöyle bir uğrar, sonra kendi bencil dünyamıza dönüş yaparız.
Şöyle bir bakalım: Anneler günü, kadınlar günü, sevgililer günü, ne kadar inkâr edersek edelim; hadisenin odağındaki özne, kadın değil midir?
Sevgililer günü yaklaşıyor ya…
Sevgililer günü geliyor ya…
İnsanları bir telaş sarmış, medyatik yayın yapan mecralara göre… Nereye baksanız, sevgililer gününe istinaden reklam kampanyaları… Sevgilinize bundan daha iyi hediye olamaz…
Farkındalık yaratın, sevdiğinizi şaşırtın…
Daha sonra, biraz duyarlı, biraz daha hayata sofistik bakan insanların, sevgililer günü, kapitalist sistemin dümeninden başka bir şey değildir lafına, bazı aymazlar, şiddetle itiraz ederler…
Aslında, sevgi gibi saygı gibi şefkat gibi bağlılık gibi insanî hasletlerin, asla parayla ölçülemeyeceği; bu duygu sellerinin insanın içinden aynı bir şelalenin kaynağından coşkuyla ve içtenlikle dışarıya çıktığı “yüceliğini” idrak edemezler…
Sanki yılda bir kere “tektaş bir elmas yüzük ya da küpe” alınca, insanın sevdiğine olan duygu akdi yenilenmiş ve değer mi kazanmış oluyor?
Ya, o, en baştaki sakat olan anlayış ne olacak?
“Kadınlar iyice cehennemlikti” sözleri, maliyeti bol sıfırlı hediyelerle, insanların hafızasından silinip, tarihin dehlizlerine atılabiliyor mu?
Cevap ne? Cevabımız var mı?
(……………..)