Bu soruya cevap verebilmek için, ilk olarak “devlet nedir, kimdir?” sorusuna cevap vermek gerekir. Devletler, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıklardır. Peki tüzel varlık kavramı ne anlama gelmektedir? Tüzel varlık, hukuk bakımından birçok kişinin veya malın topluluğundan doğan ve tek bir kişi sayılan varlıktır.
Devlet tüzel kişiliği, biz vatandaşların en küçük yapı taşları olduğu ve birleşerek kurumlar ve kuruluşlara dönüşerek en nihayetinde oluşturduğumuz bir simülatif varlıktır. Yani aslında devlet de vatandaştır. Devlet vatandaşın kolu, koruyucusu, elçisi, onun yerine doğru kararlar alacağına emin olduğu yaveridir. Devlet, hiçbir ögesi ve mensubu ile vatandaştan üstün değildir. Devlet, vatandaş var ettiği için vardır. Ve onun için çalışmakla yükümlüdür.
Devleti Var Etmek
Sağlıklı ve demokratik yönetimin hakim olduğu ülkelerde bir devleti var etmenin belirli temel adımları vardır. Bu adımların tamamı vatandaşların atması gereken, onların sorumluluğunda olan adımlardır. Devlet, bir ülkenin vatandaşlarının çoğunluğunun iradesi ile devlet olur. Bu çoğunluğun seçtiği, güvendiği ve kendi adlarına kararlar alabileceğine inandığı insanlar devlet dediğimiz bu idari yapının belirli kademelerinde görev alırlar. Nihayetinde devlet için çalışan ve iradesi devlet iradesi sayılan bir temsilcinin sıradan bir vatandaştan daha çok söz hakkı vardır. Ve bu söz, diğer sözlerden daha yetkindir. Fakat bunun sebebi organik bir üstünlük değilidir. Bir adamı, bin adamdan daha etkili kılan tek şey; ona, o bin adamın seslerinin teslim edilmiş olmasıdır. Bu doğuştan gelen bir hak değildir. Devredilemez. Aktarılamaz. Bu hakkı yalnızca vatandaş teslim edebilir. Ve vatandaş alabilir.
Önerilen İçerik: Amerikan Başkanı’nı Seçen 538 Kişi
Devletin Kendini Var Edenden Korkması
İşte bu durum çoğunlukla bir önceki başlık altında izah ettiğimiz yapının, devletin belirli kademelerinde görev yapmakta olan vatandaşlarca unutulmuş olmasının bir sonucudur. Devlet denilen insan eli ile var edilmiş sistemin bir parçası olmanın, sivil bir vatandaştan pek çok anlamda üstünlük getirdiği yanılgısı bu korkuyu doğurur. Burada köküne, sürece ve olması gerekene bir yabancılaşma söz konudur. Halkın kendisini ve menfaatlerini koruyup gözetmesi için inşa ettiği bir varlık, kendisini ve kendi menfaatlerini halktan korumaya çalışmaya başladığında tüm yapı çöker. İnsan, her zaman insandır. Bir devlet tarafından yönetilmiyor olmak onu sosyal kaosa sürükleyebilir. Ama bu insanlığından bir şey kaybettirmez. Ama insanın bir dinamik olarak ortadan kalkması, devlet kavramının da doğrudan yok olması anlamına gelir. Devletin ham maddesi insandır, vatandaştır. Ondan, onun sayesinde ve onun için vardır.
Önerilen İçerik: İran İslam Devrimi Hakkında Bilinmesi Gerekenler
Devlet, Kendini Yasalar Yoluyla İnsanlardan Korumalı Mıdır?
Devlet, tüzel bir varlık olarak elbette kendini insanlardan korumalıdır. Ancak bu koruma talebinin sebebi; denetimsizliği sağlamak, devlet çatısı altında çalışanların menfaat ve arzularına hizmet etmek ve halkı kendi eliyle var ettiği bir organdan uzaklaştırmak olmamalıdır. Devlet vatandaşların haklarını ve refahını korumak için çalışan bir varlıktır. Her ne kadar yaşadığımız ülke ve hatta dünya özelinde bu ifade oldukça ütopik kalsa da, devletin kendini koruma arzusunun temeli yalnızca ve yalnızca tüm bu süreci sağlıklı bir şekilde yürütebilmek olmalıdır.
Vatandaşların da devletten bağımsız bir şekilde, menfaatleri doğrultusunda örgütlendiği ve belirli çatılar altında toplanmaya meyilli olduğu elbette bilinen bir gerçektir. Devlet, kendini bu menfaat gruplarının çıkarları doğrultusunda yönlendirilmekten ve müdahalelere uğramaktan korumak zorundadır. Hatta bu zorunluluktan da öte, bilincine sahip olunması gerek bir sorumluluktur. Devlet, salt vatandaşa ve genel menfaate hizmet etmek ve bunu sağlamak zorundadır. Bu onu devlet yapan, tek ve en önemli yükümlülüktür.
Yani söz konusu olan, devletin kendini kemikleşmiş bir yapı olarak insandan yani bireyden üstün görmesi ve korunma talep etmesi değildir. Devletin kendini koruma talebi, devletin halkını koruma talebinden ileri gelmelidir. Aksi taktirde, şu anda örneklerine sıkça rastladığımız gibi, devlet vatandaş için çalışan bir varlık olmaktan çıkacak ve vatandaş kendini yönetenlerin menfaatini koruyan bir köle haline gelecektir. Yöneticiler halka adanmayacak, halk yöneticilere adanacak ve hatta tapınacaktır. Vatandaş, devletin elindeki gücün kendine ait olduğunun ve bu gücü devlete teslim edenin kendisi olduğunun daima bilincinde olmalıdır. Buradan da yola çıkarak, aslında devlet korunma talep etmemelidir. Bu korunmayı ona sağlayan halk olmalıdır. Çünkü sağlıklı ilerleyen, kangren olmamış bir yönetim sisteminde, devleti korumak vatandaşın kendisini de koruması anlamına gelir. Devletin; sağlıklı, adil, akılcı ve dürüst çalışması vatandaşın en büyük arzusu olmalıdır. Her ne kadar, hali hazırda bu sahip olduğumuz devletler bu sıfatlardan çoğunlukla yoksun olsa da, asıl çaba onun bu ideallere kavuşmasını sağlamak için gösterilmelidir.
Önerilen İçerik: Bir Toplum, Kurallar Olmadan Var Olabilir mi?