Her ne kadar üzücü olsa da bu yazıya belli bir kabullenmişlikle yola çıkmak mecburiyetindeyiz. Bu da sanatın ülkemizde gelişemediği, bir yerde ve bir şekilde önünün daima kapatıldığını kabul etmekle başlıyor. Bu kıyaslamayı başka ülkelere veya başka milletlere bakarak yapıyoruz. Ve kendimize soruyoruz: Türkiye’de sanat neden gelişmiyor, asıl sebebi ne?
Bunu başlıklar altında inceleyelim.
Öncelikle, Sanat Ve Sanat Eseri Nedir?
Türk Dil Kurumu’nun tanımına göre sanat, “Belli bir uygarlığın veya topluluğun anlayış ve zevk ölçülerine uygun olarak yaratılmış anlatım.” anlamına geliyor. Bu ifadeyi açmak gerekirse sanat; içinde bulunduğumuz coğrafyanın kültürel çizgisi, estetik anlayışı ve hatta hayata bakış açısı doğrultusunda ve bu dinamikler göz önünde bulundurularak ortaya konmuş, özgün ve yaratıcı ürün anlamına gelmektedir.
Sanat tanımlar üzerinden değil de işlevi doğrultusunda incelendiğinde ise yaratıcı olan kimsenin -yani sanatçının- kendini belirli kalıplar, yöntemler ve yollar kullanarak ifade etmesi ve bu süreçte ortaya bir eser/ ürün çıkarması halidir. Bu ürün sanat eseridir. Sanat eseri; dinleyebildiniz, izleyebildiğiniz, dokunup hissedebildiğiniz veya her birini aynı anda gerçekleştirebildiğiniz insanın duyusal algısına açık ve onu etkilemeyi hedefleyen üründür.
Sanat Bizim Toplumumuzda Nasıl Bir Konumda?
Bir milletin en önemli temsil unsurlarından biri sanata nasıl bir bakışla yaklaştığıdır. Daha basit bir ifadeyle, sanatın o millet için ne ifade ettiği bir milletin yapısı için en önemli çözümleme araçlarından biridir. Bir milletin varoluşsal yapısı içerisinde sanatın durduğu yer; o milletin kültürel seviyesi, sosyal becerileri ve yaratıcı üretken yönüyle alakalı bize pek çok şey söyler. Bizim toplumumuzda sanat her dönemde bu yapının farklı bir yerinde konumlandırılmıştır. Sanatın hayatın en önemli parçalarından biri olduğu çağlar da yaşamışsa da, şu anda durumun bu olmadığı aşikârdır.
Önerilen İçerik: Lizbon: Kültür, Sanat, Tarih ve Mimari
Sanat, en basit sınıflandırmayla bildiğimiz ürünleri doğrultusunda bizim sosyal hayatımızın bir öğesi niteliğindedir. Halk ve sanatçı arasında belirgin bir ayırım vardır. Sanatçı daima üretir ve halkın tüketimine ürününü sunar. Halk da bu ürüne, salt tüketilecek bir şey gözüyle bakmaktan gocunmaz. Onun için bu ürün parayla satın aldığı bir deneyim, alıp evine götürdüğü bir obje veya akıllı telefonuna kaydettiği bir görüntüdür. Yani sanatla ilişkisi çoğunlukla ekonomiktir. Parasını vermek ve sosyal hayatını daha renkli bir hale getirmek için sanatı aracı olarak kullanmak ister. Sanat bir yan daldır, bir hobidir. Amaç değil, daima araçtır.
Ve Gelelim Kilit Soruya: Ülkemizde Sanat Neden Gelişmiyor?
Daha önce de bahsettiğimiz gibi, ülkemizde sanat bir hobi veya bir yan dal olarak görülüyor. Bu durumunun da kaçınılmaz bazı sonuçlar doğurduğunu söylemek elbette mümkün. Bunlardan ilki, sanat eğitimi almanın gerçek bir eğitim anlamak yerine geçmediği algısı. Çünkü bir eğitim ve bu eğitim sonucunda kazanılan meslek size para kazandırmalı. Ama ülkemiz koşullarında sanatın size hayatta kalmak için ihtiyacınız olan maddi kazancı sağlamama ihtimali çok yüksek. Bu sebeple sanatçı olmak bizim toplumunuzda bir iş değil, bir hobi. Sanatçı ise iş sahibi bir insan değil. Bir hayalperest… Bir sarhoş…
Bir diğer negatif etki ise sanat eğitiminin hiçbir zaman yeterli ve doğru amaca hizmet edecek düzeyde olmaması. Yukarıda sıraladığımız sebeplerden, sanat eğitimi çoğunlukla ortaya çıkacak ürünün alıcıya en kolay şekilde hitap edebilir halde olmadı için veriliyor. İzlenecek bir oyunculuk, satılacak bir heykel, söylediği şarkı tutacak ve yazdığı kitap satacak birer sanatçı olmak daima ana amaç olarak görülüyor. Ve elbette bu esnada sanatın asıl beslendiği yaratıcılık, özgünlük ve etkileyicimiz gibi nitelikler gözardı ediliyor. Bu durum da sanatçıyı ve ürününü, muhattap olduğu kitlenin yarattığı ve kontrol ettiği bir kısır döngünün içine çekiyor.
Önemli Bir Soru: Sanata Yeterince Bütçe Ayrılıyor Mu?
Bu soruyu iki aşamalı ele almak mümkün: Devlet ve halk açısından. Bu soru devlete yöneltildiğinde cevabın hayır olduğu aşikar. Çoğunlukla yöneticiler, sanata ve sanatçının içinde bulunduğu yaratıcı sürece bir katkıda bulunmayı adeta bir sosyal sorumluluk projesi gibi görüp mecburiyetin doğurduğu göstermelik bir hassasiyetle, bir imaj çalışmasının bir parçası olması amacıyla maddi destekte bulunuyor. Bu da elbette hiçbir zaman yeterli olmuyor.
Halk için ise durum biraz daha karışık. Ama sorunun cevabı yine ve ne yazık ki hayırdır. Zaten çoğunlukla kıt kanaat geçinen orta sınıf ve altı için sanat zaten ulaşılabilir değil. Bunun için bir bütçe ayırmak ya imkânsız ya da çok zor. Haliyle sanat hayati bir ihtiyaç olarak görülmediğinden maddi kaynak hayati ihtiyaç sınıfına yönlendiriliyor. Haliyle sanat, zengin olanın ve üretime de destek olacak parayı da sağlayan zümrenin tekeline giriyor. Onun alıcısı olacağı iş üretiliyor ve talebi karşılanıyor. Yine hayal gücü yok, yine özgünlük yok.
Özetle ülkemizde sanatın adı pek okunmuyor. Sanki ithalatla gelen ve bizim insani hamurumuzda asla yer almayan bir şey. Sanata yabancıyız… Onu anlamak için çaba harcamıyoruz. Onu ekonomik ve sosyal kalıpların içine sıkıştırıp özgünden koparıp sakat bırakıyoruz. Fakat tüm bunlara rağmen özgün üretimine devam eden sanatçılara da nadir olsa da rastlıyoruz. Dileriz geç olmadan onlar sanatı, ülkemizde sürüklendiği karanlıktan kurtarabilirler.
Önerilen İçerik: Gişe Filmi Vs. Sanat Filmi: Bu Ayrımın Sebebi Ne?