Furuğ,modern İran şiirinin kederli ışığı olarak bizim edebiyatımıza çeşitli çevirilerle girmiştir.Bu çevirilerden sonra Furuğ’un hayatı hakkında birçok yazı yazıldı fakat onun hayatını anlamak,hislerini ve yaşadıklarını bilmek için şiirlerini okumak gayet yeterliydi.İran’da fazla “cesur” olduğuna dair kanılar sebebiyle kendi ülkesinde sanat bakımından zaman zaman dışlansa da bunun sebebini hepimiz anlayabiliriz.Kelimelerin ve sanatın gücü her zaman diliminde,her ülkede kabul görmeyebiliyor.Özellikle İran gibi bir ülkede kadının kabul görmesi bile bu kadar zorken,Furuğ’un ölümünden elli sekiz yıl sonra dahi kendinden söz ettirebilmesi elbette onun tutkularının ve bunları ifade edebilme gücünün başarısıdır.Hayatından ve hayatındaki kederlerden yola çıkarak yazdığı şiirler hissettiği tutkuları,aşkları,benliğini bize fazlasıyla hissettirirken bunun en büyük nedenini de düşünmemek elde değil.Furuğ’un neredeyse kendi şairlerimiz kadar ülkemizde bilinmesi,tanınması ve en önemlisi hissedilmesinin en büyük sebebi Türk dilinin kelime dağarcığıdır.Arapça ve Farsça kelimelerin dilimizdeki yaygınlığı ve Cermen dillerinden çok daha fazla cümle kurma kapasitesine sahip olmamız elbette sanat hayatımıza da yansıyor.Böylece Furuğ her ne kadar bizim dilimizde eserler kaleme almasa da şiirlerini Farsça haricinde temsil edebileceği en iyi seçenek Türkçe gibi görünüyor.Bu konuda o kadar şanslıyız ki,şiirlerini okurken hem kelimelerle ettiği dansı seyredebiliyor,onun sanatının ahengini hissedebiliyor hem de iç dünyasını derinden çözebiliyoruz.Elbette Furuğ’un şiirlerine yansıtmadığı ya da otuz iki yaşında vefat etmesinden dolayı yansıtamadığı çok şey vardır fakat bu onun edebiyatta kederli bir çiçek gibi oluşunu değiştirmiyor.Her ne kadar kendisi “çiçekleri düşünmüyor kimse” dese de,o kederli çiçek solmasının üzerinden geçen elli sekizinci yılda dahi düşünülüyor.
Furuğ,çiçek dizesini çocukluğu hakkında yazdığı bir şiirde kullanıyor.Bu şiir onun kurtulmak istediği,özgürlük umutları yeşerttiği evini konu alıyor.Furuğ bu ev için “kendi yalnızlığında çürüdüğünü” belirtiyor.Oradan kurtularak uzak akrabası Perviz Şapur’la evlendiğinde ise onu bambaşka esaretler bekliyor.İki yıllık evliliğinin sonunda Şapur,Furuğ’un oğlu Kamyar’ı bir daha görmesine izin vermiyor.Böylece onun özgürlük umutları kendisini bambaşka bir keder esaretine bırakıyor.Adeta yaşadığı kader,onun bu cehennemden yalnız şiir ile kurtulabileceğini anlatıyor.Yazdığı şiirlerle kendi ailesinden bile tepki alan Furuğ,şiirde bedensel estetiği kullanabilen ilk İranlı şair oluyor.Zaten ressam kimliğine de sahip olan Furuğ iki sanatı birleştiriyor ve şiirlerinde adeta anlatacaklarını resmediyor.Tüm bu tepkilerin ardından Furuğ pes etmeyerek hem kendi şair kimliğini koruyor hem de bu tepkilere cevabını şiirleriyle veriyor.Onun isyanı çoğu zaman kendisini yadırgayanlara,bazen de onu yaratana oluyor.Furuğ’un bu isyankar kişiliğinin yanında isyan edemediği tek konu maalesef oğlu Kamyar oldu.Onun hakkında her yazdığında son derece üzgün ve aciz göründü.Furuğ’un yaşadıklarını yalnız şiirleriyle anlayabildik.Hepimiz biliyoruz ki “oğlunu göremiyor” demek ile Furuğ’un oğluna yazdığı şiirdeki “son ninnidir bu,senin uykunun beşiğinin başında” dizesi bir olamaz.Furuğ ilk kez bedensel estetiği ele aldığı “Günah” şiirinden sonra dedikoduların hedefi olmayı bırakamadığında ise onun hayatını öğrenmek,bu karmaşanın arasında elbette zor olacaktır.Fakat şiirlerine baktığımızda eş Furuğ,anne Furuğ,özgürlük peşinde Furuğ,şair Furuğ,aşık Furuğ,yalnız Furuğ karşımıza çıkar ve bizimle konuşur.Sanatçı kimliği oluştuktan sonra “şiir benim tanrım” der.Böylece onun hayatını neye adadığını,kederli yaşamının ardından neye tutunduğunu anlarız
Furuğ,çevre etkisiyle yıkılmayan sanatçıların en büyük temsilcilerinden biridir.Aldığı tepkilerden sonra ne sanatını ne de sanatçı kimliğini kaybetmiştir.Şiirin estetiği konusunda adeta bir devrim yapmıştır.Furuğ,bunu yaparken hesap kitap yapmamış sadece kendisi olmuştur.Tam olarak bu yüzden “sadece” edebi kimliği ve başarıları dolayısıyla tanınmamalıdır.Furuğ’un filmleriyle aldığı ödüller,kitaplarının çevirileri,resimleri,şiirleri dışında bir sanatçı devrimi başarısı da vardır.Onun bu yönünü de görmek gerekir.2025 yılında sanat daha özgür sayılır,dijital etkiler başta olmak üzere birçok yazıyı yayımlayabilmekteyiz fakat sanatçı olmak,insanı hissedebilmek 1954 yılında dedikoduların hedefindeki İranlı dul bir kadına empati yapabilmek demektir.Sanatçıyı hissedebilmek onun şiirlerine aldığı tepkileri görebilmek,anlayabilmek ve hissedebilmek demektir.
Furuğ bize devrimini bırakıp gittikten sonra hala onu hissedebilmek onun ışığındandır ve bu onun kaderinde vardır çünkü “furuğ” Farsça “ışık” anlamındadır.Furuğ’un devrimi şimdi birçok şaire ilham olmakta,şairlerin yoluna adeta ışık tutmakta.
Bugün hissettiğimizi yazıyoruz,hissettiklerimizi anlatıyoruz çünkü şair olmak hissettirmek demektir
Kalemi özgürce kullanıyor,dilimizi sadece kötülüğe törpülüyoruz çünkü sanat özgürlük demektir
Kadın erkek fark etmeksizin şiirin kollarında buluyoruz kendimizi,bir iken bin oluyoruz
Işık gibi,Furuğ gibi…
Nisan Nur Özkahraman
Numara Doksan dergisi/Şubat 2025