Geçemeyen Geçmişin Geçememe Silsilesi

Kaynak belirtilmedi

Ara sıra olurdu önceden ama artık rutinleşti. Günde bilmem kaç defa eski defterleri aralayıp durmaktan gına geldi. Bir kurtuluşu var mı bu boşluğun? Elbette derim, silkelenmek, çözümdür bütün yıpranışlara ama bazen öyle bir yıpranırız ki tek bir sarsıntı yerle bir etmeye yeter bizi, o sebepten ötürü de pek bir silkelenme isteği gelmiyor, ya ters bir hareket yaparım da yeniden doğrulamam diye keza yaşamadım mı bu denli bir buhran, bundan önce? Yaşadım.

Ondan sımsıkı tutmaktayım zincirlerimi, alışılmış miskin benliğime yabancılaşmaya da alışmak zorunda kalmayayım diye. Direniyorum pisliğin içinde serzenişlerine devam eden kafamın en orta yerindeki bu deliye, susturuyorum içimde haykırmak için doğru anı bekleyen delikanlıyı ve dayanmaya çalışıyorum, sancılı sürecin geçeceği anın yaklaşıyor oluşundan ötürü aynadaki yabancıya, kendime katlanıyorum geçmişimi taradığım anlarda.

Güncelden keyif alamamak mıdır yoksa tamamıyla geleceğin kaygısından mıdır?

Yolu yarılamamışken depoyu yarım bıraka bıraka adım adım ilerlemek işin sonunda hedeften soğutmaz mıdır?

Yormaz mıdır bazı insanları yürekte haddinden daha fazla yük etmek, ruhun sevgiyle beslenen bölümünü zayıflatmaz mıdır?

Aşk sahiden var mıdır? Gerektiğinde bizi bulacak mıdır?

Yoksa sadece bir masal mıdır?

Elimizden düşürmekten korktuğumuz umutlardan beslenen bir uydurma, naçizane bir yalan mıdır?

Hepsinin cevabınıysa geçmişimizden ummak, saçmalık mıdır?

Soruyorum size, haykıramamak, ummadık taşların baş yarmasına karşı soluk borusunu solduran sessiz bir kaybedişe razı olmak mıdır?

Uğruna kurulan onca hayalin kaderi, yakılıp yok edilmeye yüz tutmak mıdır?

Ya da bunca yanık kokusuna rağmen nefes almak, tükenmek bilmeyen bir savaşçının tek tesellisi midir?

Nedir, bize geçmişi aratan bu ahmak duyguları doğuran?

Hangi kayıp savaşın bedelini ödüyoruz, o an farkında bile olmadan?

Ne zaman geçeceğini bilen biri var mı oralarda?

Teselliyi yine kendini sarmaktan usanmayan kollarımda mı arayacağım yoksa?

Bilinmeyen bir sebep var yüzlerce ruhu daraltan, her birine ayrı bir savaş ve ayrı bir kahraman bahşedilmiş, zafer anını yaşatacak olan.

Kendisiyse yaraları kabuk bağlayan bir süvariymiş, kendi hikâyesinde yeteri kadar özne haline gelememiş. Geçmiş ve geleceğin arasında bir oraya bir buraya savrula savrula gününü gün, ayını ay, yılını yıl etmiş.

Ne zaman ki bir an, gözlerinin önünde bitmiş, o vakit dank etmiş, kara tren istasyonu, çok evvelden terk etmiş.

Yeni vagon geleceğin saf ihtimallerini, sahiden düşlerse gelecekmiş.

Ne de olsa yarım kalınacağı kesin olan şu üç günlük dünyada hayal kurmaya bir bedel biçilmemiş.

Zira insan, hayallerini hep yüksek rakımlarda seyir ettirmiş, cezasını kendisi kesmiş.

Günceline geçmişini sayıklayarak ihanet etmiş.

Geçtiğini yediremediği anlara kalbini zincirlemiş. 

Hayatından çıkan insanlara yeteri kadar elveda diyememiş, ondandır yer yer geçmişine, şöyle bir bakıp geri bugüne gelmiş. 

Sonucundaysa bugününü kaybetmiş.

Özetle büyüklerimiz ne güzel söylemiş, o vakitler abartana; “Çiçeği solduran da yaşatan da hep belli” denirmiş.

Ona rağmen bazıları, saksısını hep sırıl sıklam etmiş.

 

 

Selam Ben Emirhan
Yolunun daha henüz çok çok başında olduğunun farkında olan az insan var hayatta, henüz bir başarı elde edemeden kendini alim sanan çakma filozoflar var, insan, nankör ve kibirli olmasıyla tanınır, ben ise halktan biri, ülkedeki milyonlarca gençten yalnızca bir tanesiyim, Selam, ben Emirhan.
Önceki
YAŞANMADAN YAŞANAN ANLAR: Bilinçli Farkındalık

YAŞANMADAN YAŞANAN ANLAR: Bilinçli Farkındalık

Sonraki
OKUL TIRAŞI FİLMİNİN SOSYAL HİZMET BAKIŞI İLE YORUMU

İlginizi Çekebilir

kooplog'dan en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerez (cookie) kullanıyoruz.