Bu yazımda son zamanlarda okuduğum en etkileyici kitaplardan birini anlatmak istiyorum. Psikoloji, sanat ve bilim kurgu türlerini bir araya getiren bu zamanının üstündeki kurgunun 1959 yılında Daniel Keyes tarafından yazıldığını ve zamanında Neruda ve Hugo gibi seçkin ödüller de dahil pek çok ödüle ve güzel eleştiriye layık görüldüğünü de söylemem gerek. Yazarla ilgili birkaç cümleyi de yazının sonuna ekleyeceğim…
İlk olarak genel hatlarıyla kitabın konusundan bahsetmek istiyorum ve açıyoruz ilk sayfayı, roman boyunca yol arkadaşımız olacak Charlie ile karşılaşıyoruz. Charlie zeka geriliği olan, 32 yaşında, fırında çalışan bir gençtir ve en büyük isteği etrafındaki herkes gibi akıllı olmaktır. Kitap tek isteği daha zeki olup arkadaşlarının onu daha çok sevmesi bunun derininde de annesinin onu kabullenmesi olan Charlie’nin psikoloji alanında yeni duyulmuş deneye aday olarak seçilmesiyle başlıyor. Bu daha önce sadece hayvanlarda denenmiş yöntemle insan beyni değiştirilebiliyor ve zeka seviyesi nörocerrahinin de yardımıyla farklı bir seviyeye getiriliyor. Bu deneyin en uzun süreli tanığı da Charlienin dostu olacak olan fare Algernon. Algernon bu tekniğin uygulandığı ve zekasının kalıcı bir şekilde yüksek seviyede kaldığı kanıtlanan ilk örnek. Yani başarılı olan ilk deney hayvanı. İşte o başarılı deneyden sonra sıra Charlie’ye geliyor, yani insanlara. Prof. Nemur ve Dr. Strauss’un birlikte geliştirdiği bu yeni teknik için Charlie gerek diğer adaylardan daha hevesli olması, gerek de öğretmeni tarafından önerilmesi üzerine seçiliyor. Süreç ona açık bir şekilde anlatılıyor ama algılama yeteneği yeterli olmadığı için asıl onam yıllardır görüşmediği kız kardeşi tarafından veriliyor. Her şeye ve bütün bu bilinmezliklere rağmen Charlie bu deneye seçildiği için çok mutlu ve süreç boyunca da her şeyin iyi geçeceğine inanıyor. Ve öyle de oluyor.
Ameliyat başarılı bir şekilde geçiyor ve Charlie gelişmeye başlıyor, IQ seviyesi zamanla artıyor, okumayı ve daha iyi yazmayı öğreniyor. Biz bunu her gün yazdığı ilerleme raporundan öznel bir şekilde dinliyoruz, yazarın farklı bir yazı tekniği kullandığını da söylemem gerek. Zaman ilerledikçe ameliyattan önce anılarını hatırlayamayan tabiri caizse geçmişi olmayan Charlie bambaşka birine dönüşüyor. Ama yeni bilgiler öğrendikçe, anıları hatırlamaya başladıkça geçmişinin hayaletleriyle de baş etmek zorunda kalıyor. O zamanlar onun yanında olduğunu düşündüğü insanların ona karşı davranışlarını bu sefer gerçekçi bir şekilde değerlendiriyor ve arkadaşım dediği o insanların Charlie’nin zayıflıklarıyla dalga geçen, belki de ona acıyan, haline gülen insanlar olduğunu fark ediyor. Bu farkındalık onu bir yandan yıkarken, zamanla artan zekası ve bilgileri de o arkadaşlarla sağlıklı bir iletişim kurmasıyla arasına yeni bir duvar örüyor. Bu sefer Charlie onlardan daha zekidir ve o kişiler de bundan rahatsızlık duyduğu için ondan uzaklaşırlar. Çünkü insanın kolaydır kendinden düşük olduğuuna inandığı birileriyle kalması, ama iş tersine dönünce rahatsız edici bir boyut alır. Ve burada kitabın önsözünde Eflatun’dan yapılan alıntının da ne kadar anlamlı olduğunu fark ediyoruz.
Aklı başında olan herkes, insan gözünün iki nedenden dolayı şaşkınlık geçirdiğini ve iyi göremediğini bilir. Birinci neden, insanın aydınlıktan karanlığa geçmesi, ikinci neden ise karanlıktan aydınlığa çıkmasıdır. Bu, beden gözü için olduğu kadar akıl gözü için de geçerlidir. Bu gerçeği idrak eden kişi, kafası karışmış ve görüşü zayıflamış bir kişiyle karşılaştığında onun durumuna gülmemeli ve şu soruyu sormalıdır: Bu adamın akıl gözü daha aydınlık bir dünyadan geldiği için mi alışkın olmadığı karanlığı yadırgamaktadır, yoksa karanlıktan aydınlığa geçtiğinde karşılaştığı yoğun ışıktan dolayı mı körleşmiştir? Bunların ilki mutlu olunacak ve beğenilecek, ikincisi ise acınacak bir durumdur, zira karanlığı yadırgayan göz, aydınlık bir dünyadan gelmiş demektir. Dolayısıyla, ona gülen kişinin asıl kendisi gülünç duruma düşer, ama karanlıktan aydınlığa geçtiği için iyi göremeyen bir kişi başkalarının ona gülmesini hak etmiştir.
Eflatun- Devlet
Diğer yandan anılarına ulaşması kolaylaştıkça can sıkıcı ailevi meseleler de yüzeye çıkar. Annesinin onu zeki birine çevirmek için yaptığı sayısız girişim, babasıyla annesi arasında olan sonu gelmez tartışmalar, kız kardeşi doğunca onun normal bir çocuk olması için Charlie’nin gözden çıkarılması ve hatta belli bir noktada evden gönderilmesi ve bakım evine gitmesi istenmesi.. bu kısımları kimi zaman oldukça duygulanarak okuduğumu söylemeliyim. Sonrasında ona iş veren ve destek olan Donner ve onun fırını artık Charlie’nin aile diye bildiği tek yerdir. Ailesiyle yaşadığı kopuklukların hayatına yansımalarının farkına varmak onu ayrıca duygusallaştırmıştır. Bu bilgileri edinme ve yaşadıklarının farkına varma sürecinde ona hep destek olan, ameliyat süreci boyunca yanında kalan ve ileride aşık olacağı Alice’e de hisleri yavaş yavaş gelişmeye başlar. Ve bir çocuğun değil de bir erkeğin aklıyla bir kadına bakmak neler hissettirir onu da görmüş oluruz. Ama annesiyle yaşanan travmalar da onun Alice’e yaklaşımını sınırlar.
Ameliyattan sonra projesiyle dünya çapında ün kazanmaya çalışan Prof. Nemur ile kimi noktalarda fikir ayrılıkları yaşarlar. Nemur onu ameliyattan önce hiçbir şeyden haberi olmayan adeta yaşadığını anlamayan bir canlı olarak nitelendirir. Charlie bu ameliyata girmeden önce de bir insan olduğunu, onu doktorların yaratmadığını anlatmaya çalışır ve ona denek gibi davranılmasından hoşlanmaz. Ayrıca artan zeka seviyesine rağmen duygusal zekası artmamıştır ve birbirine uyum sağlayamaz iki taraf. Zaman geçtikçe bütün bilgileri süzgeçten geçirmek ister, çok fazla okur, çok fazla fikir edinir ama üst otoritelerde aradığı cevapları bulamaz. Zekileştikçe derin bir hayal kırıklığına da bürünür. Kimse göründüğü kadar bilgili ve mükemmel değildir, profesör ünvanı alan kişiler kendi konularından bile habersiz olabilmektedir, çok fazla cahillik vardır etrafta, herkes olduğundan farklı görünmeye çalışıyordur. Akademik çevrede yer edinemez. Ama artan zeka seviyesi, öğrendiği diller ve kafasında bitmeyen sorular onun normal hayatından kişilerle konuşmasına da engel olur, basit gelir sıradan hayat ona. Nasıl ki zeka eksiğiyle yaşarken tam bir bağ kuramıyorsa dış dünyayla, fazla zeki olduğu bu dönemde de bağ kuramaz. İstisna olmanın zorluğuyla yaşar. Belki de onu en iyi anlayabilen Algernon’dur…
“Onlar bana neler olduğunu anlayamıyorlar ve ben de onlara anlatamıyorum.”
Zihinsel engelimiz olmadan bile kabul görmek bu kadar zorken bir de engel olduğunu düşünün…
Peki ya Algernon’un deneyi düşünüldüğü kadar başarılı geçmemişse? Algernon’da zamanla gelişen asabi davranışlar ve önceden hızlı bir şekilde bitirebildiği labirentlerde zorlanmalar neyin işaretidir? Zekasındaki artış geri dönüşlü bir durum mudur, tekrar uyum sağlayabilecek midir sade hayatına? Charlie’nin kendi zekasıyla hem sorunu anlayıp hem de çözüme ulaşması ne kadar zaman alacaktır? Bunun için yeterince zamanı var mıdır? Güzel bir tempoyla devam eden bu cevap arayışı ve tek başına çözüm bulabileceğine olan inancı gerçekten de okumaya değer.
Ayrıca kitapta çeşitli sosyal durumlardan da bahsedildiğini söylemeliyim. Kitabı bitirdiğimizde zekası normalden eksik kişilere nasıl baktığımızı, onları toplumla kaynaştırmak için gerçekten çaba gösterip göstermediğimizi, tek amacımızın onları izole bir şekilde yaşayacakları akıl hastanelerine sonsuza kadar kapatmak olup olmadığını.. sorguluyoruz. Buna kendimce bir ekleme yapacak olursam günümüzde daha olumlu bakılabilir bu süreçlere, kitapta durum daha karamsar bir şekilde ele alınmış. Ve bu durumlardan çözümü olmayan birer hastalık olarak bahsedilmiş. Daha fazla umut aşılamasını beklerdim. Ve yine insanın dış yoldan müdahale edilerek zekasının arttırılması konusunun etik ikilem üzerinde de kararsız kaldım.
Yazıyı bitirmeden çok az Charlie ve Algernon isimlerinin nereden gelebileceğiyle ilgili olan bir yorumdan bahsetmek istiyorum. Öncelikle Danei Keyes bu kitabı ilk olarak dergide yayınlanacak bir öykü olarak çıkartmış ve çok beğenilmesi üzerine romanlaştırmıştır. Net bir kanıt olmasa da bilinene göre Daniel Keyes; zamanının dışında yazdığını düşündüğü ve sevdiği Algernon Charles Swinburne’den çok etkilenmiştir ve ona ithafen romanında bu isimleri seçmiştir. Böyle deyince çok tanıdık gelmeyebilir ama aynı şair karşımıza Martin Eden kitabında da çıkmıştı. Ve yine İklimler’de..
“that even the weariest river,
winds somewhere safe to sea.”
Son olarak Charlie’nin de dediği gibi;
Lütfen eğer vaktiniz olursa Algernon’un arka bahçesindeki mezarına birkaç çiçek koyun olur mu?
Ve yine siz ona yaşarken değer vermeyi de unutmayın:) Okuduğunuz için teşekkürler, umarım beğenirsiniz.
Bu kitapla ilgili daha fazla şey okumak isterseniz;
https://bianet.org/yazi/algernona-cicekler-insan-zekasina-curetkar-bir-bakis-295262
https://www.literaedebiyat.com/post/algernon-a-cicekler-daniel-keyes-inceleme